uzaktaki yakın
48
çok üst sıralarda yer alan ve şefinin
tam 3 tane Michelin yıldızı olan De
Karmeliet’te bir ziyafet armağan
edebilirsin kendine. Denizden gelen her
şey nefis, peynirler harika ve elbette
keklik de yemelisin ama her zaman
bulunmayabiliyor.
Gittiği her yerde müze, kilise
gezenlerdensen, 4 katlı çikolata
müzesi ve Notre Dame’ın içindeki
küçük bir şapelde, Michalangelo’nun
1504’te yirmili yaşlarındayken
beyaz mermerden yaptığı Madonna
heykeli ilgini çekebilir. Michalangelo,
yaşadığı sürece eserlerinin İtalya
dışına çıkmasına asla izin vermezken
ve babasına bu heykeli kimseye
göstermemesini söylediği bir mektup
bile yazmışken bu heykelin nasıl olup
da Brugge’a gelebildiği şaşırtıcı tabii.
“Ben alışveriş delisiyim, çikolata dantel
beni kesmez” diyorsan Steenstraat’a
gitmelisin; bu caddedeki butikler
insanın aklını başından alıyor.
Akşam oluyor. Akşam saat 6’da iş
bitiyor, bütün dükkanlar kapanıyor,
işten çıkanların koşa koşa bir yerlere
yetişmeye çalışmaması hali, kulağına
hiç korna sesi gelmemesi, başka
Avrupa kentlerindeki gibi yanık sesiyle
bir itfaiye arabasının ya da ambulansın
kulakları delmemesi hali garip geliyor.
Mutlu olmaya, hep iyi ve güzel şeyler
düşünmeye, hava karardıkça yanan
rengarenk ışıklarla ruhunu yıkamaya
hevesi artarken, bu tertemiz, düzenli,
şiir gibi kentin sokaklarında mis gibi
havayla kendini tazeliyor insan.
Zaman yavaş aksa da durmuyor işte;
Brugge’dan ayrılırken kendine söz
veriyorsun; yine geleceğim ve bu defa
daha uzun kalacağım diye.