fotoğrafa yazı
50
Çok zaman oldu yazmayalı buraya,
farkındayım. Hem de her gün biraz
daha fark ederek yazılmamış olan
bu sayfayı. Çoğunlukla kendim için
yazıyorum artık; kimi anlarda annem
elinde bir tepsiyle çıkageliyor. Onu
görünce gülümseyerek kaldırıyorum
başımı defterden, gözleri ışıldıyor.
Heyecanla “başladın mı yoksa romana”
diye soruyor. Gülüyor. Gülüyorum.
“Ne romanı anne, yazıyorum işte ben
öyle” gibisinden bir şeyler mırıldanıp
geçiştiriyorum, fincanı tepsiden alıp
masanın bir kenarına bırakarak.
Annem, oğlu roman yazsın istiyor.
Kalemi tutuşumu görüyor,
kelimeleri ve onların arasındaki
oyunlara katılırken yaşadığım
sevinci, virgülleri, noktaları ve kağıdı,
hani şu sarı saman kağıtlarını,
defterlerime özenle sahip çıkışımı,
yazı masamı ve bazen “sen yazmak
için yaratılmışsın oğlum” diyor. İnatla
mutlu oluyorum ama ben aslında
bilmiyorum. İhtiyar bir hal çökmüş
üzerime. Kımıldasam, takatim yok,
durup hareketsiz kalsam, tam ölmüş
de değilim. Suyun üzerinde, nereye
gittiğini bilmeyen ve çoğu zaman gittiği
yerden memnun olan bir nilüfer çiçeği
gibi itaat ediyorum şu sıralar suyuma.
Suyuna gidiyorum suyun.
Köksüz başım, köksüz başım, alıp
gitsem seni, düşünsem kendimi bir
başkasıymışım gibi.
Kendimi özlüyorum.
Yazı yazmayı özlediğimde aslında
özlediğim şeyin yazı yazan celil
olduğunu görüyorum.
Ve özlemlerimi düşünüyorum.
Eski ve köhne bir motorla Eyüp
Sultan’dan, Üsküdar’a geçişlerimi
özlediğimde aslında o yolculuktaki
celil’in kapıldığı hayalleri, yüzüne
vuran rüzgârla dalıp gittiği
mevsimleri ve daha da önemlisi denizin
ortasında büyük bir gürültünün esiri
olarak karşıya geçen celil olarak hayata
bakmayı özlediğimi fark ediyorum. Hani
öyle güzel, öyle özgür ve mutlu.
Kendimi, bir şeylerin özlemlerine
saklıyorum.
Saklı kalan özlemlerin içinden kendimi
çıkarıyor ve kucaklıyorum kendimi,
kollarıma alarak, sıkıca.
Sevdaya tutuluyorum.
Sevda geçiyor başımdan, geçip
gidiyor.
Ben hayata tutuluyorum.
Bu sefer sevdamı özlüyorum.
Peki ben hakikaten sevdamı mı
özlüyorum?
Bana öyle geliyor ki, ben onu değil,
ona tutulmuş, ona kapılmış celil’i
özlüyorum. Hayata, içinde akıp duran
ılık sularla bakan o çocuğu, hani
kaldırım taşlarını bile seven, kendine
aynada göz kırpan o çocuğu, aşık olan
kendimi özlüyorum.
Kendi özlemlerimin altına kendimi
saklayıp, ona ihtiyacım olduğunda
özlemlerimi diriltiyorum.
Sizin de bu durumu yaşadığınızı
sanırım söyleyebiliriz.
Mesela sevgilinizi özlediğinizde bence
sevebilen ve sevilmeye izin veren
yanınızı özlüyorsunuz.
Sevişmelerinizi özlediğinizde,
Celil SEZER
İnsan yine ancak
kendini özler