63
dair işaretlerin peşine düşecek, her
evin bu bol hikâyeli kapılarının açıldığı
avlularında mutlaka limon ağacının
olduğunu öğreneceksiniz. Şansınız
varsa yağmur yağacak, daracık
yolların ortasındaki su kanallarında
yağmur suyu size eşlik edecek,
belki sobaların dumanının kokusuyla
çocukluğunuzdan birtakım sahneler
gözünüzde canlanacak, labirentten
farksız bu daracık sokaklarda vaktin
nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Sonra
sokak isimleri gözünüze takılacak. İki
farklı mezhebin kilisesinin aynı sokağa
isim verdiğini, bunlardan birinin de
bir cami ile aynı duvarı paylaştığını
fark edeceksiniz. Kadrajınıza portakal
ağacı, cami minaresi ve kilise çan
kulesini aynı anda oturtacaksınız.
Kilisenin misafirhanesinin sorumlusu da
olan Rahibe Barbara ile tanışacaksınız.
Sizi götürdüğü mekânda duvarlarda her
dilden “barış” yazılarını gördüğünüzde,
her dinden ilahi ve şarkıları söyleyen
melekler korosuyla tanıştığınızda
ve burada her gün dünya barışı
için beş dakika sessizlik duruşu
olduğunu öğrendiğinizde insanlık
için umutlanacaksınız. Bu ruh haliyle
avlularına hoyratça dalıverdiğiniz
insanlar size kızmak ya da garipsemek
yerine “hoşgeldiniz” diyerek bir şeyler
ikram etmeye kalkışacak istisnasız.
Garip olanın onlar mı yoksa sizin
“büyükşehir insanı” alışkanlıklarınız mı
olduğunu düşüneceksiniz. İnsanları
tanıdıkça çok kısa bir süre sonra
şehri de seveceksiniz. Depremlerin
onlarca medeniyeti kardığı şehrin
altında Suriye’ye dek uzanan gizli
tüneller olduğuna dair şehir efsanelerini
dinleyeceksiniz mutlaka birinden.
Belki bir nişana ya da düğüne denk
gelir de bir cümbüşe dâhil olursunuz
kim bilir. Belki de şansınız varsa
dünyanın en lezzetli fıstıklı sahlebini
satan seyyar satıcıyla karşılaşırsınız.
Aman görünüşüne bakıp aldanmayın
sakın ve mutlaka tadın. Tarif etmeye
kalkışmayacağım. Hatta siz iyisi mi bu
işi şansa bırakmayın ve sokaklarda
dolaşırken bir hedefiniz olsun. Mutlaka
o sahlebin tadına bakın.
Yeterince yorulduğunuza inanıyorsanız
soluklanmak için çok özel bir yer
önereceğim: Affan Kahvesi, nam-ı diğer
İnci Kıraathanesi. Antakya’ya yolunuz
düşüp de buraya uğramazsanız eksik
kalır dersem abartmış sayılmam.
Kurtuluş Caddesi üzerindeki mekân,
20.yy başında inşa edilen iki katlı taş
binanın zemin katında ve neredeyse
ilk günden bu yana aynı şekliyle
muhafaza edilmiş durumda. “İçerdeki
müdavimlerin bir kısmı da sanki ilk
günden beri oradalarmış hissi veriyor”
desem herhalde gözünüzde bir şeyler