66
gezi-yorum
taşıyor. Müze girişinde 1993'te bir evin
inşaat çalışması sırasında bulunan,
bir mezar için fazlaca görkemli ve bir
an önce ölsem de şöyle bir mezarım
olsa dedirtecek kadar iştah açıcı olan
MÖ. 3. yüzyıla ait Antakya lahiti ayrı
bir bölmede arz-ı endam ediyor. Hitit
döneminden kalma aslan heykelleri
ve sütun başları yanında tarih ve
arkeoloji meraklılarını uzun saatler boyu
alıkoyacak geniş bir koleksiyon da
müzede sergileniyor. Çıkışa yakın uzun
koridor boyunca size birinin gözlerini
diktiği ve ayırmadığı hissine kapılırsanız
şaşırmayın. Burada bulunan mozaikte
işlenmiş olan vatandaşın gözleri ilginç
bir ilüzyonla hangi açıdan bakarsanız
bakın size bakıyor benden söylemesi.
Bizde pek bilinmez ama Antakya’nın
Hristiyanlık tarihi açısından önemi
büyük. Çünkü Hz. İsa'nın çarmıha
gerilmesinden sonra havarilerinden
olan St. Pierre'in ilk konakladığı yer
burası. Hatta Habib-i Neccar Dağı’nın
eteklerine sığınan ve ibadet eden
bu topluluğa, yani İsa’ya ve dinine
inananlara ilk kez “Hristiyan” denilen
yer de Antakya. Gün yavaş yavaş
ağarmaya yüz tutmuş olduğuna göre
manzaranın tadının çıkacağı yüksek
bir yere yani Habib-i Neccar Dağı’nın
eteklerine doğru yola koyulmanın
vaktidir. Buradaki çocukların size
rehberlik ederek götürecekleri mekân
bir mağara, dünyanın ilk kilisesi olan
Saint Pierre Kilisesi. UNESCO'nun
dünya mirası öneri listesindeki bu
mekân Hristiyanlarca hac yeri olarak
kabul edilmekte ve her yıl burada 29
Haziran günü Katolik Kilisesi’nce ayin
düzenlenmekte. Hemen yakınında ise
20 metre mesafede sizi şaşırtmayı
başaracak olan, Cehennem Kayıkçısı
Heron'un bir kayaya oyulmuş dev
büstü var. Bu kabartma Antiochus
zamanında bir veba salgını sırasında
yapılmış. Çok sayıda insanın ölümüne
yol açan salgını önlemek için bir
kâhine danışılmış ve onun tavsiyesi
üzerine dağa şehre yüksekten bakan
bir mask oyularak üzerine ölümleri
önleyecek sözler yazılmış. Bu heykelin
yanında ise, Hz. Meryem'in bir kayaya
oyulmuş silueti yer alıyor. Ve tabi
bunları görünce memleketin turizm
potansiyelinin neredeyse sadece
Akdeniz ve Ege kıyılarına mahkûm
bırakılmasından üzüntü duymamak
imkânsız…
Artık acıkmış olduğunuza göre Antakya
Mutfağı ile tanışmaya,”Dünyayı bir ev
sayarsak o evin mutfağı Antakya’dır”
diyenlere hak vermeye hazırsınız
demektir. UNESCO tarafından dünya
gastronomi şehri adaylığı kabul edilen
Antakya’da en meşhuru künefe olmak
üzere, envai çeşit kebap, humus,
cevizli biber, mezeler, tatlılar ve daha
birçoğu bu kadar güzel yapılırken diyeti
de seyahatiniz boyunca rafa kaldırmak
iyi fikir. Dile kolay 593 yemek çeşidini
barındıran bir mutfaktan bahsediyoruz.
Tarih boyunca çeşitli medeniyetlere
ve kültürlere ev sahipliği yapmış olan
Antakya Mutfağı da bu kültürlerle
yoğrularak lezzet ve çeşitlilik kazanmış.
Her medeniyet kendinden lezzetler,
teknikler ve tatlar katarak bugünün
zengin Antakya Mutfağı’nın oluşmasını
sağlamış. Genel olarak Suriye,
Lübnan, Osmanlı, Akdeniz ve Fransız
Mutfağı’nın esintilerine rastlamak
mümkün. Bu görkemli mutfakta
bölgenin kedine özgü baharatlarının
eşsiz kokusunu ve lezzetini bolca
hissedeceksiniz. Sokakta yürürken
bile sizi baştan çıkaracak şeylerle
karşılaşacaksınız. Üstelik nerede
yediğinizin pek bir önemi yok,
hiçbir şekilde hayal kırıklığına
uğramayacaksınız. Mesela herhangi
bir kasaba uğrayıp, tepsi kebabı
ısmarlayabilirsiniz. Antakya'da kasaplar
aynı zamanda fırın ve ayaküstü lokanta
hizmeti veriyor. Üstelik et, sebze, pide
ve fırın ücreti dışında verdiği hizmetten
ücret de talep etmiyor. Uzun Çarşı’da