Dergi Bursa Ağustos-Eylül 2011 - page 69

67
MALUM hemen herkes gibi ben de
tatilden yeni döndüm. Trakya’dan
başlayıp Ege’yi dolaşarak Akdeniz
sınırına kadar gittim. Size oralarla
ilgili gezi notları yazmak, kabak çiçeği
dolması, damla sakızlı kurabiye, şarap
likörü önermek isterdim. Hatta hiçbir
klimanın olamayacağı kadar soğuk
olan su mağarasını, buz gibi şelalenin
ve suların üzerindeki oksijen deposu
Ayazma Ormanı’nı, parıl parıl güneşin
altında begonvil küpeleriyle uzanmış
ikoncan Bodrum’un denizini anlatmayı
çok isterdim ama aklımda başka
düşünceler var sizlerle paylaşmak
istediğim… Yani bu giriş yazısıyla tatil
modumdan çıkıp, sizinle dertleşmek
istiyorum. Açıkçası kafam biraz
karışık…
Amy Winehouse’un ölümünün
üzerinden henüz birkaç gün geçti,
ben de Valerie dinlerken aklıma
çengelleriyle düştü bir sürü soru
işareti… Valerie’de diyor ki Amy; “Well
Sometimes I Go Out, By Myself, And I
Look Across The Water. (Bazen kendi
başıma çıkıyor ve sulara bakıyorum)
And I Think Of All The Things, Of What
You're Doing, And in my head I Paint
A Picture. (Herşeyi düşünüyorum,
ne yaptığını ve kafamda bir resim
oluşturuyorum) Ben de senin ne
yaptığını düşünüp kafamda bir resim
oluşturmaya çalışıyorum Amy. Bu erken
veda neden şimdi? Seni düşünüyorum,
senin gibileri…
Bazen rastlarız öyle insanlara. Bizimle
oturup konuşmasına, sosyalleşmesine
gerek yoktur gibi davranırlar. Kimi
zaman sadece bir dinleyici gibi
otururlar yanımızda kimi zamansa
inceleyen gözlerle… Burnu mu çok
havadadır yoksa kendine güveni mi
yoktur bilemeyiz ya bazen, işte öyle
biriydi Amy. Gecenin karanlığında
geçip giden sessiz bir gemi mi, parlak
bir yıldız mı anlayamadığımız… Hani
bir varmış bir yokmuş gibi, gecenin
körü tren camından görünen değerli
bir şehrin silueti gibi ışıklarını salıp
üzerimize, gözlerimizi kamaştırıp gitti.
Şimdi bir efsane oldu değil mi? Sahi,
nasıl yaratır efsaneler kendini? Yok
edip kendini yana döne bir Anka kuşu
misali, küllerinden yarattıklarını bu
evrene, nesillere bırakınca mı? İster
cinayete kurban gitsin, ister intihar
etsin ya da madde kullanımından
kendi sonunu hazırlasın, hikâyenin
başına döndüğümüzde efsane olan
kişinin seçimleriyle karşılaşmıyor
muyuz? Çoğu zaman yanlış da olsa
bu seçimler her ne pahasına olursa
olsun seçiminden vazgeçmeyişini
görmüyor muyuz? Örnekleri çok, siz
de biliyorsunuz, Kurt Cobain gibi,
Janis Joplin gibi, Jimi Hendrix, Jim
Morrison gibi 27’liler Kulübü’ne o da
kendi seçimi olan yüksek dozda madde
kullanımı ile katıldı.
Yaşamın yönünü seçimlerimizle
buluyoruz. Bazen hiç düşünmediğimiz
sonları yaşıyorsak bu yine başta
aldığımız kararların sonucu oluyor.
Aslında herşeyi neden sonuca
bağlamamak da gerekiyor, bunu şöyle
yaparsam böyle olurların da tersine
çıktığını da deneyimliyoruz. İşte o
zaman da “kader” bizim kurtarıcı
bahanemiz oluyor. Hani akışına
bıraksak diyorum, su misali… Su
akıp yatağını bulur ya hani. Eee onun
da yolu böyle kötüye varıyorsa ne
yapacağız? Bilmiyorum hangisi doğru…
Evveline varalım; onlar mı bizi
ötekileştirdi yoksa biz mi onları öteledik
bu dünyada? Marjinal, entellektüel,
tuhaf, garip yaftaları yapıştırdığımızdan
mı barınamadılar aramızda? Bazılarımız
canhıraş onları bizden yapmaya
çalıştılar çünkü rahatsızlık duyduk
garipliklerinden ve bizim aramızdaki
edilgenliklerinden ya da onların rahatsız
olduklarını zannettik. Akışına, oluruna
bıraktığımızda da sonuçlarına hep
birlikte katlandık, vicdan muhasebeleri
yaptık, suçlu aradık, suçu onlara attık.
Aslında o bulunmak istediği yerdeydi
hep, bilemedik. “Ben iyiyim böyle”
derken yanılgı olduğunu bildiğimizden,
onu anlamaya gayret etmedik, anlamak
istemedik. Onun anlamı uzaklardaydı,
onun “ben”inde, “biz”de değil.
Bu yüzden yalnızlıklarını bir örtü
gibi çekinirler üstlerine
bu dünyada
yaşamayanlar.
Üşümeseler de
onlarındır o yalnızlık yorganı,
çekip almamızı istemezler. Çünkü
bütünleşemezler onlar bizimle, hatta
mekânla ve zamanla… Bundandır
yaşamlarının tam ortasına koyuşları
yanlış seçimleri. O yanlışlar onların
gerçekle, dünyayla kurduğu çıkmaz
(kuramadığı) ilişkilerinin umarsızlığı,
“banane”sidir. Biz anlamak istemeyiz,
rehabilite etmeye çalışırız inatla.
Amy’nin Rehab şarkısında bize
anlatmak istediği de yalnızca bir
arkadaş isteğiydi, etrafında onu
rehabilitasyon merkezine götürmeye
çalışan yakınları değil.
Onlar arasından Amy gibi çok
sayıda müzisyen, şair, ressam ve
entelektüeller çıkmıştır. Çünkü sanatçı
kişilerin olmazsa olmazıdır yalnızlık,
melankoli, acı ve ait olamayış bu
evrene. Zaten bu tip duyguların
ifade edilmesi için başvurulan yol
değil de nedir ki sanat, insanın içinin
dışavurumu değil de nedir? Onlar
eserler yaparlar kendilerini çemberin
dışında tutarak. Düşünceden maddeye
geçirirken bir sanat eserini, üreten
kişi soyutlar kendini ortamdan. Çünkü
içindeyken çemberin gözlemleyemez
çemberi, yaptığını, kendini izleyemez
uzaktan ve izleyemezse eğer hata payı
mutlaktır. Bundandır ki kusursuz işler
hep çemberin dışındakilerden çıkar.
Çember deyince Murathan Mungan’ın
sözleriyle, Yeni Türkü’nün en sevdiğim
şarkısı geldi aklıma;
Ya dışındasındır çemberin 
ya da içinde yer alacaksın… 
Kendin içindeyken, kafan dışındaysa 
Çaresi yok kardeşim 
her akşam böyle içip kederlenip 
Mutsuz olacaksın 
Meyhane masalarında kahrolacaksın…
Ve bundandır çember büyüdükçe daha
da çok dışarıda kalır insan. Bir de
bakmışsın ki o artık dışarıda bile yoktur.
Yine de bu dünyada yaşamayanlar
bize çok güzel şeyler bıraktılar. Belki
de şimdi parlak bir yıldız gibi semadan
bakıyorlardır dünyadaki izlerine…
Hemzemin’de buluşmak üzere,
sevgiler.
1...,59,60,61,62,63,64,65,66,67,68 70,71,72,73,74,75,76,77,78,79,...124
Powered by FlippingBook