70
uzaktaki yakın
sporu olan- beyzbol oynayan gençler,
evlerinde haftanın belli günlerini
birkaç TV kanalından birinde sinema
keyfi yapmak için iple çekenler, aynı
mahallede telefonu paylaşan evler ve
aynı evde yaşayan büyük kalabalıklar.
İşte tüm bunlar aslında zamanı
yavaşlamış hisettiren şey.
Hazır beyzboldan söz açılmışken Ernest
Hemingway’den –yani Hemingway
Baba’dan- da bahsetmeden geçersem
yazı eksik kalmış olur. Nobel ödüllü
yazar -ki bu ödülü de Küba halkına
hediye etmiş- Havana’da bir efsane.
Anlaşılan o ki Küba, özelinde Havana
Hemingway’in hayatında nefes almak,
kendini bulmak istediğinde kaçıp
geldiği bir sığınak olmuş önceleri.
Sonra da Havana’ya yerleşivermiş.
Vasiyetinde bugün müze olarak
kullanılan evi Finca Vigia ve içindeki
8 bin kitaplık kütüphanesi ile kişisel
eşyalarını Küba halkına miras bırakan
yazar bugün hala “Papa Hemingway”
(Hemingway Baba) diye anılıyor. Yazar
bu lakaba Havana yakınlarındaki evinin
bahçesinde 1943 yazında kurduğu
küçükler beyzbol takımı sayesinde
kavuşmuş. O yıl Hemingway’in oğulları
da yazı Havana’da geçiriyorlarmış.
Ellerinde kendilerinin yaptığı tahta
sopalarla beyzbol oynayan Kübalı
çocukları evlerinin bahçesinde oğulları
ile beyzbol oynamaya davet eden
yazar bir süre sonra onlara eski
şeker çuvallarından formalar diktirip
yaz boyu bahçesinde keyifli beyzbol
maçları organize etmiş. Kübalı çocuklar
başta yazarı “Mister” diye çağırsa da
sonraları hepsi için Papa Hemingway
oluvermiş. Bugün Habana’yı ziyaret
eden turistlerin gözde mekanlarını
oluşturan listenin en başında da
Hemingway’in Havana’da “takıldığı”
mekanlar yer alıyor. Deneyimlerime
dayanarak El Floridita isimli barda (ki
bu barın bir köşesinde Hemingway’in
gerçek boyutlarda bara dayalı olan
ve insana her an canlanacakmış
hissi veren karizmatik bir heykeli de
mevcut) onun “her zamanki”ndeni olan
Daiquiri’yi tatmanızı öneririm.
Her yabancı gibi eski şehri tanımaya
başlayacağımız yer büyük ihtimalle
Katedral Meydanı olacak. Bu meydan
ile çevresindeki cadde ve sokaklarda
Havana turizminin en tanıdık simalarını
bir arada bulmanız mümkün. Kimlerden
mi bahsediyorum? Tabi ki Havana
gezi yazılarını süsleyen fotoğrafların
vazgeçilmezi, rengarenk süslü
kıyafetler içerisinde, ağızlarında devasa
purolarıyla turistlere modellik yapan
Havanalılardan. Eski Havana’nın
merkez noktası da sayılabilecek olan
bu turistik alanda çok sayıda, görevleri
ve amaçları turistlere klasik Kübalı
pozu vermek ve birlikte hatıra fotoğrafı
çektirmek olan yarı profesyonel model
ile karşılaşacaksınız. Ülkede yapılan
her türlü etkinlikte olduğu gibi bu kişiler
de mesleklerini devlet kontrolü altında
gerçekleştirmekteler ve kimilerinin
görünür yerlerde olan yaka kartları
mevcut.
Katedral Meydanı’nda etrafını saran
küçük ama başarılı müzik gruplarından
biriyle, örneğin “Besame Mucho”yu
söyleyip, hatıra fotoğraflarınızı
çektirip, bahşişlerinizi de verdiyseniz
“La Habana Vieja” turunuza
başlayabilirsiniz. Ara sokaklara
dalmadan öne katedralin yanında
Capitolio’ya doğru ilerleyen caddeyi
kat etmenizi öneririm. Buradaki
restoranlarda damak tadınıza uygun
bir şeyler bulmanız da mümkün. Böyle
diyorum çünkü Küba’nın genelinde
çok lezzetli şeyler yiyebileceğinizi
söylersem gerçeği biraz deforme
etmiş olurum. Genel olarak Küba
mutfağının çok başarılı bir mutfak
olduğunu söylemek yanlış olur. İnsan
bir adaya giderken deniz mahsulleri
konusunda çok daha fazla çeşitlilik ve
lezzet beklentisi içerisine giriyor elbette
ama Küba maalesef bu beklentiyi
karşılamakta biraz zayıf. Bunu ülkenin
dışa kapalı olması politikası gereği
halkın tekne sahibi olamaması ve
dolayısıyla balıkçılık yapma işini
devletin üstlenmiş olması ile açıklamak
mümkün sanırım. Yine de oldukça
uygun fiyatlara ıstakoz yemeden ve
kızartılarak servis edilen bir tür yavru
hamsi görünümündeki “manjuas”tan
tatmadan dönmeyin. Rom ve kokteyler
başrolde olsa da -hazır çerezlik
manjuas’tan bahsetmişken büyük
ihtimalle yemeğinize eşlik edecek
olan- Küba’nın yerel bira markası
“Bucanero”nun da adını anıp hakkını
teslim etmeli.
Yine bu ana cadde üzerindeki
restoranlarda gün boyu canlı müzik
eşliğinde salsa şovların gerçekleştiğini
ve türlü canlı performansların
sergilendiğini de belirtmeli. Aslında
genel olarak soluklanmak üzere
mola vereceğiniz tüm kafe, bar ve
restoranlarda canlı müzik ve çoğunda
da dans gösterileri mevcut ve hatta
biraz meraklıysanız tüm bu grupların
-resmi gelirlerine ek olarak- kazanç
kapısı olan amatörce doldurdukları
müzik CD’lerinden de 10 CUC karşılığı
edinebilirsiniz. Sevdiklerinize lokal
müzisyenlerin imzalamış olduğu
bu albümleri hediyelik eşya olarak
götürmek de fena fikir değil.
Bu bölgede dolaşırken sık
karşılaşacağınız bir başka hadise de
yanınıza birilerinin yaklaşıp size ısrarla
puro satmaya çalışması. Meraklısı
iseniz çok önermem ama hediyelik
olarak düşünüyorsanız neden olmasın.
Devlet kontrolünde sertifikalı olarak
purolara kıyasla çok daha uygun
fiyatlarda anlaşmanız mümkün. Burada
alacağınız risk şu olacak: Puroların
düşük kalitede ya da sahte üretilmiş
olma ihtimalleri. Sokakta yanınıza
yaklaşan kişilerin bir kısmı kendileri ya
da bir yakınlarının puro fabrikalarından
kaçırdığı puroları satmakta, bir kısmı
da bazı merdiven altı küçük atölyelerde
üretilen düşük kalitede puroları... Hatta
bazılarında tütün yerine muz kabuğu
kullanıldığı da rivayet edilmekte,
aman dikkat. Ülkeden çıkışta 50 adet
puroya kadar bir şey söylenmiyor.
Daha fazlası için puroların resmi bir
dükkandan alındığını gösteren fatura
soruyorlar. El altından satılan puro
kutularına puronun menşeini gösteren
çıkartma bandrol yapıştırıyorlar. Bilin ki
o bandrolların hiçbir önemi yok. Zaten