78
uzaktaki yakın
altına alınan, zaten renkli bir ülke olan
Küba’nın en renkli şehri, Trinidad.
Küba’nın en iyi korunmuş sömürge
dönemi şehri olan eskilerin zengin
ve aristokrat kenti Trinidad Arnavut
kaldırımı döşeli sokakları, pencereleri
boyalı parmaklıkları, evlerin at arabaları
için açılıp kapanacak büyüklükte ahşap
kapıları olan garajları ve bu büyük
kapıların üzerinde menteşelenmiş,
yalnız insan geçişi için kullanılan küçük
ahşap kapıları, artistik balkonları,
ferforje ızgaraları, evlerin rengarenk
duvarları ve meşhur kulesine çıkınca bir
çatı denizi manzarası veren parabolik iç
bükey çatıları ve diğer şehirlere kıyasla
daha bir sıcak ve sempatik insanlarıyla
tam bir cümbüş ve adeta açık hava
fotoğraf çekim platosu.
Zenginlik ve aristokrasinin izlerini kent
içinde attığınız her adımda hissetmek
mümkün. Peki bu zenginliğin kaynağı
ne diye soracak olanlara cevabım şeker
kamışı plantasyonları. Aristokratlar da
aslında dönemin toprak ağaları doğal
olarak. İşte bu Kübalı ağalar için ne
kadar çok toprak o kadar çok köle;
e haliyle bunca insan kalabalığı da
güvenlik, kontrol ve denetim meselesi
demekmiş. Toprak ağaları da bu
amaçla şeker kamışı tarlaları ortasına
gözetleme amaçlı kuleler inşa etmişler.
Kölelerin çalışma düzeni, kaçıp
kaçmadıkları ve asayişin berkemalliği
bu kuleler aracılığıyla denetlenmiş.
Bunların en ünlüsü ise şehrin çıkışında
olan “Torre De Manaca Iznaga”. 44
metre yüksekliğinde ve yedi katlı olan
kule ise turistler için kentin alamet-i
farikası.
Trinidad’a yolunuz düştüyse mutlaka
konaklamanızı önereceğim. Çünkü
şehir merkezindeki büyük kilisenin
yanındaki meydanda geceleri verilen
salsa partilerini kaçırmanızı istemem
doğrusu. Bir bakıma bizim köy
meydanlarındaki büyük kahveleri
çağrıştıran alanda sanki her gece
bir köy düğünü kalabalığı var ve
horonlar tepilirmiş gibi düşünün.
Sonra Küba’daki folklorik müzik ve
dansların aslında salsa, rumba ve
bachata olduğunu hatırlayın hemen.
Bu resime çay yerine de daiquiri
servisi yapılan bir meydan kafesini de
ekleyin. Şimdi hayal etmek mümkün
sanırım. Yerel halk ile turistlerin Latin
danslarıyla kaynaştığı bu mekanda
bulunmak size bir kez daha “iyi ki
gelmişim” dedirtecek şey olacak.
Madem bu cümbüşte yerinizi aldınız,
“dans etmeden dönmek olmaz” diyerek
Trinidad’a son noktayı koyalım.
Eğer Küba’ya bir tur şirketi vasıtası
ile gitmişseniz büyük ihtimalle
uğrayacağınız duraklardan biri de
Varadero olacak. Ama eğer kendi
imkanlarınızla Küba’yı gezmek için
yola çıktıysanız size bu durağı tavsiye
etme niyetinde değilim. Çünkü
Varadero’da belki de dünya üzerinde
eşine az rastlanabilecek bir coğrafi
güzellik olsa da Küba’nın ruhuna ait
bir şey bulma ihtimaliniz çok zayıf.
Gerçekten de Küba’nın geneline
baktığında bu toprak parçasının
Küba’ya en fazla omurgası kırılan
bir adama yerleştirilen bir titanyum
protez kadar ait olduğunu söylemek
mümkün. Kübalılar için Varadero’nun
anlamına gelirsek eğer, bu “otel
şehir” aslında yerli halk için sadece
büyük ve modern bir ofisten ibaret.
Kübalılar oraya kafileler halinde servis
otobüsü ile sabah gelip gece otelde
nöbetçi değillerse eğer akşam yine
kafileler halinde servis otobüsleri ile ait
oldukları gerçek Küba’ya dönmekteler.
Çalışanlar dışında Küba halkının
girişine izin verilmeyen bu bölge
için bir kısım Kübalı; nimetlerinden
faydalanamadıkları için biraz heves,
biraz da küskünlükle bahsedecek
konusu açılınca, bir kısmı da bu otel
şehri yüzlerini buruşturarak bir tür
kirletilmiş duygusunu size geçirerek
söz konusu edecek, şaşıracak pek bir
şey yok. Varadero gerçekten Küba’da
biraz iğreti duran bir bölge. Belki de
tam tersi bilemiyorum.
Burası bir tatil şehri. 20 kilometre
uzunluğunda, ortalama 500 metre
genişliğinde, kuzey cephesinde en az
30-40 metre genişliğinde bembeyaz
kumsallar, masmavi, tertemiz, berrak
bir deniz barındıran ince uzun bir
burun şeklinde -coğrafi tanımı kıstak-
olan bir anakara çıkıntısı. Her daim
sıcak bir hava, şansınız yaver giderse
yunuslarla yüzme ve dalma dahil her
türlü su sporunu yapma fırsatı, golf
sevenler için harika bir saha, sabahlara
kadar salsa ve rumba yapma imkanı
veren gece kulüpleri, her şey dahil tatil
köylerinde su gibi içilen pinacolado’lar,
Cuba libre’ler, daiquiri’ler ve mojito’lar
ile gerçek bir tatil cennetinden
bahsediyoruz aslında. Zaten buranın
asıl müşterileri de Doğu Avrupa
ülkeleri, Rusya, Kanada ve Türkiye’den
gelen turistler. Belki diğerlerini anlamak
mümkün ama Türkiye gibi Belek
benzeri çok sayıda benzer tatil mekanı
barındıran bir ülkeden yola çıkıp bunca
zahmete girdikten sonra Küba’ya gelip
burada vakit kaybetmek eğer gezgin
ruhlu ve keşfetmeye meraklı iseniz
çok akıl karı değilmiş gibi duruyor.
İşte bu yüzden benim size önerim
bunca vakit geçirdiğiniz bir ülke ile
ilgili kafanızda oturan imajın daha
“gerçek” kalabilmesi için Varadero’yu
pas geçerek ülkenin diğer şehirlerinde
daha çok vakit geçirmek, tercih sizin.
Yine de bunca yol ve yorgunluğu atmak
üzere Habana’ya da oldukça yakın
sayılabilecek bir noktadaki Varadero’da
bir iki gün dinlenip palmiyeler
altında romlu kokteyllerle rahatlamak
isteyenleri de anlayabilirim elbette. Adı
üstünde tatildesiniz.
Hasta el siguiente articulo.
Nos Vemos! ;) *
* Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.