81
Kars
havada sokaklarda, üstlerindeki incecik
cekete ve ayaklarını taşıyan köselelere
aldırmadan ve tütün kokusu varsa
yüzlerinde, parmaklarının yarıklarını
sakızla yapıştırmışlarsa ve hüzünlüyse
gördüğünüz şehir, hüznünün nedenini
asla bilemeyecekmiş gibi duran,
vaktiniz gelmiş sizin; rüyanız Kars
biletinizdir.
Resmi tarihinden bahsetmeye gerek
duymuyorum Kars’ın, ona her an
ulaşabilirsiniz, her yerde var. Ben
daha çok bir şehri bilmeye de yatkın
değilimdir zaten, ama derdim o şehre
bir kez dokunabilmektir. Öyle beni içine
alıp en gizli sırlarını paylaşmasını da
istemem, yalnız bir hikayesini anlatsın
bana, yeter.
Bir şehir konuşur mu dersiniz? Sizi
karşısına alır mı, muhatap tutar mı
kendisine? Bir şehir size bakıp uzun
uzun susar mı?
Kar isimli o harikulade romanda
burayı tarif eden o güzelim cümleyle
ilk karşılaşmam yıllar önceydi benim;
“çok güzel, çok fakir, çok kederli” bir
şehrin kapısını bu satırlarla açtığımda,
Kars’ın merkezindeki Yeşilyurt
Kıraathanesi’nde kıtlama çay içmeye
çalışıyordum. Sağımda solumda çok
kederli ve çok fakir, bir o kadar güzel,
yüzlerinin taşıyamadığı hikayelerin bir
kısmını ellerindeki nasırlara devretmiş,
kasketli ve kara adamlar vardı. Şehir
adamların yüzlerinde yaşıyordu
sanki; adamlar şehri yaşatıyordu. Gür
seslerle attıkları kahkahalar bir tavla
galibiyeti ya da 51’deki kısa sevincin
adıydı sadece, birazdan hep beraber
susup, hep beraber derin bir kedere
gömülüyorlardı.
Buğulu camlarından içerisi görünmeyen
onlarca kıraathanede, yüzlerce yüz
boğuk bir hüznü büyütüyor, sanki
şehrin yüzyıllardan beri taşınan bir
sırrını saklıyorlardı. Kime dokunsanız
dertliydi; unutulmuş olduklarını