Dergi Bursa Aralık-2011 - page 69

67
çarptırılır. Fakat Fidel dünya basının
çok göz önünde ve popülerdir. İçeride
daha da popüler hale gelir ve Batista
-belki de hayatının en büyük hatasını
yaparak- Fidel’i Meksika’ya sürgüne
gönderir. Meksika’da Che Guevara ile
tanışır Fidel Castro.
Hali vakti -küçük de olsa- özel uçak
sahibi olacak kadar yerinde olan
Arjantinli bir ailenin çocuğu olan tıp
doktoru Che Guevara için de ayrı bir
paragraf açmak gerek. Günümüzde
klasikleşmiş portresi ile adeta bir pop
ikonuna dönüşen, kendisi için yazılmış
olan “Comandante” şarkısının remiks
edilmesi sayesinde hakkında pek bir
şey bilmeyen milyonları diskoteklerde
dans ettiren, bazılarının kendisini bir
rock starı zannettiği, graffitilerin ve
tişörtlerin vazgeçilmezi olarak ömrünü
mücadeleye adadığı kapitalizm
tarafından öğütülerek içi boşaltılan ve
metalaşan, bu her daim genç adamı
bir paragraf içerisinde anlatmaya
çalışmak gafletinde değilim. Yine de
hayatını Güney Amerika halklarının
özgürlüğüne adamış olan ve Küba
devrimi sonrası Bolivya’da giriştiği
benzer bir mücadelede yakalanarak
hunharca öldürülen, kendi hayatını hiçe
sayarak inandığı doğrular uğruna tutarlı
bir şekilde mücadele eden, kendisinin
de hayranı olduğu Mustafa Kemal’den
sonra dünya tarihinin gördüğü en
büyük devrimcilerden biri olan bu güzel
insana bir selam vermeden geçmek
haksızlık olurdu: “Hasta La Victoria
Siempre”.
Fidel, Che ve Cienfuegos, Meksika’da
sürdürülen devrim hazırlıkları
sonrasında başarısız bir çıkarma
sonrası kalan 12 kişi ile yeni bir gerilla
mücadelesini başlatırlar ve aslında
biraz da talihin yüzlerine gülmesiyle
başarılı olurlar. 1958’i 1959’a bağlayan
yılbaşı gecesinde diktatör Batista’nın
yüklüce bir miktar para ve yakınları
ile birlikte ülkeyi terk etmesiyle de
amaçlarına ulaşırlar. İşte hep sözü
edilen Küba’da zamanın durmuş
olduğu ve herşeyin 180 derece ters
istikamete yöneldiği gün de o gün
aslında. O güne kadar dikta yönetimi
altında ABD güdümlü bir ülke iken
Ocak 1959’dan sonra Batista’nın dikta
rejiminin yerini Castro’nun komünist
sistemi alır ve doğal olarak Küba da
ABD güdümünden çıkarak akabinde
SSCB ile sıkı dost ve müttefik bir
ülke haline gelir. ABD’nin bu durumu
değiştirmeye yönelik 1961’de
gerçekleştirdiği Domuzlar Körfezi
çıkarması da başarısız olunca durum
artık geri dönüşsüz bir hal de almıştır.
İşte bu dönemde -tarihe meraklı olanlar
hatırlayacaktır- Küba ile Türkiye’nin
siyasi tarihlerinin bir kesişme noktası
yaşanır. Ekim 1962’de patlak veren
füze krizi ABD’nin Türkiye’deki,
SSCB’nin Küba’daki füzelerini kaldırma
ve bu iki ülkenin toprak bütünlüklerine
uyulacağı sözünü verilmesiyle adadaki
durum her iki süper gücün de onaylayıp
kabul ettiği bir hale dönüşmüştür.
Sonrasında, adanın en büyük gelir
kaynağı olan şeker kamışının alıcısı
da değişmiş, ABD’nin ambargosu ve
şeker kamışı alımını durdurması sonucu
sürpriz olmayacak bir şekilde SSCB
devreye girmiş. Aradan geçen yıllar
boyunca Küba Cumhuriyeti Sovyet
Rusya’nın da desteğiyle 1990’lara
kadar sınırlı bir dış ticaretle kendi
yağında kavrularak mutlu mesut bir
şekilde gelmiş. Bu dönemde ise
Gorbaçov ve Perestroyka hareketlerinin
ardından SSCB’nin dağılmasıyla
Küba’da ciddi bir ekonomik kriz
yaşanmış. On binlerce kişi bulduğu
her türlü deniz taşıtı, bulamazsa kendi
hayal gücünün elverdiği –küvetler
gibi- bir takım araç gereçle okyanusa
dökülüp Miami ve Florida kıyılarına
akın etmiş. 90’ların sonunda ise turizm
potansiyelinin farkına varan ve bacasız
sanayiyi keşfeden Küba yönetimi ve
devlet ekonomisi bir miktar nefes almış.
Bugün ülkenin en önemli gelir kaynağı
nikel gibi bazı madenler, şeker kamışı,
tütün ve meyve ihracatı yanında elbette
ki turizm.
Biraz uzun bir girizgahla başladık
farkındayım. Ancak bunlardan
bahsetmemiş olsaydım bu yazının
Küba’yı İspanyol kolonyal mimarisi
evlerle bezeli sokaklarda cirit atan eski
Amerikan arabaları, Latin müzikleri,
salsa, mojito, rom ve purodan ibaret
bir turizm destinasyonu olarak anlatan
benzerlerinden bir farkı olmayacaktı.
Affınıza sığınıyor, sabrınız için
teşekkürlerimi sunuyorum.
Gelelim Havana’ya. Aslında “La
Habana”ya. Ülkenin ismini doğru
telaffuz etmediğimiz gibi ülkenin
başkentini de meğer yanlış bilirmişiz.
İspanyolcanın iki cilvesi bir araya
gelince bizim kırk yıllık Havana aslında
“H”sini sessiz pas geçerek, “V’sini
de “B” olarak okuyarak “Abana” diye
telaffuz edilmeliymiş, iyi mi? Siz yine
Havana diye okuyabilirsiniz ama oraya
gittiğinizde “la abana” deyin ki kötü
gözle bakmasınlar.
Havana yani “La Habana” 2,5 milyon
nüfusa sahip, sahil kenarında kurulu,
tarihi ve çok büyük bir şehir. Resmi
kayıtlara göre nüfusun üçte bir kadarı
beyazlardan oluşan Küba’da çoğunluğu
melezler oluşturuyor. Aslında bu tür bir
ayrım teorik ve pratikte Küba’da mevcut
değil. Çünkü devrim öncesinde çokça
vurgulanan ve siyahilere hayatı zindan
eden siyah-beyaz, efendi-köle ayrımı
devrim ile birlikte tümüyle ortadan
kaldırılmış. Bugün Küba’nın her yerinde
bunu hissetmeniz mümkün. Küba
aslında tam bir etnik mozaik. Yerlilerin
İspanyollar tarafından büyük ölçüde
yok edilmesi ya da asimile edilmesi
sonrasında siyahiler Afrika’dan,
özellikle bugünkü Nijerya’dan kölelik
yapılmak üzere getirilmiş. Küba’ya XVI.
Yüzyıldan bu yana yerleşen İspanyollar
ise zamanla kendilerini İspanyol’dan
ziyade Kübalı gibi hissetmeye
başlamış. XX. yüzyılın ilk yarısında
ise yeni bir hayat arayışında olan çok
sayıda Ortadoğulu ve Çinli göçmen
buraya gelmiş. Zamanla ırklar birbirine
karışmış, siyahiler çoğunluk olmak
üzere Küba’nın ihraç ettiği bir terim
olan “mulatto”lar, yani siyah, beyaz,
bazen Ortadoğulu ve Çinli karışımı bir
nesil ortaya çıkmış. Çok sayıda beyaz
Kübalı da var.
1...,59,60,61,62,63,64,65,66,67,68 70,71,72,73,74,75,76,77,78,79,...140
Powered by FlippingBook