96
:)
:(
:)
:)
:)
Gözde Aral
ÖYLE BİR AN GELİR Kİ, günlük
telaşeler, hayata, yaşamaya, inanmaya
dair her şey sabun köpüğü gibi
görünür. “Ne anlamı var ki!” dersin
dudaklarını bile oynatmadan... Sabah
gözünü açtığında gün ağırmamaya
başlar. Karanlık değilse de, aydınlık
da değildir artık. Kurşuni bir griye
bulanır baktığın her yer. Yaşamaya
üşenirsin. Çalışmak zor gelir,
eğlenmek sıkıcı, konuşmak gereksiz,
susmak ağır… Uyumak -yarı ölüm
olduğundan belki- tek çıkış halini alır.
Kabuslarla bölünmüyorsa eğer, uyku
sığınabileceğin tek güvenli liman olur.
Ha bir de ağlamak vardır ki, önünde
durmak mümkün değildir. İçeride kazan
kaldıran gözyaşları, yanağından gönül
çukuruna kaymak için isyandadır.
Üzülmen, sevinmen, öfkelenmen
sadece bahanedir artık. Üstelik eskisi
gibi sevinememektesindir. Telefon ya
da bilgisayar ekranında karşına çıkan
“:)” komik değildir, sevimli hiç değildir,
sadece “ikinoktaüstüstekapaparantez”
dir. Bardağın yarısı boştur. Hem o suyu
birisi içecek, ve bardağın diğer yarısı
da boş kalacaktır zaten.
Ve bir gün, bir kaşı havada, gözlerini
sana dikmiş olan aynadaki aksini,
aslında iyi olduğuna ikna etmeye
çalışırken bulursun kendini: “Satürn
ters açı yaptı, bir de Merkür geri
gidiyor, bu halim ondan.”
Ne zaman başladığını, ne kadar
sürdüğünü kestiremesen de, bir terslik
olduğunun farkındasındır. Ruhunun
pırıltısı, suya düşen bir kor gibi
karaya dönmüştür. Emanet bir hayat
yaşıyormuşçasına eğreti durur üzerinde
yaptığın her şey… Üstelik bunun
vahameti giderek artmaktadır.
İçinde bulunduğun halden, verdiğin
tepkilerden, düşündüklerinden,
düşünemediklerinden, söylediklerinden,
yaptıklarından, yapabileceklerinden
korkmaya başlarsın sonunda.
Hayatına şekil veren onca etkeni
kontrol edemeyeceğini kabullenmene
rağmen, kendi kontrolünü kaybettiğini
farkettiğinde oldukça uzun zamandır
oturduğun yerden kalkıp, çevrene
bakarsın: İşte o an, ardında bıraktığın
“HOŞGELDİN!” pankartı gözüne çarpar.
"(...)Türkçe'de depresyon bir 'fiil'den
ziyade, bir 'mekan' gibi algılanır. Bu
sebeptendir ki, 'bunalım-da' ya da
'bunalım-dayım' denir. Sanki 'bunalım'
bir mekanmış gibi. İçine girilen karanlık
bir oda... İçinde kaybolunan bir koca
kıta…”
*
Parti bitmiş, herkes gitmiştir. Daha
önce hiç görmediğin, bilmediğin bu
garip diyarda kulağına birçok insan
sesi gelmesine karşın, kimseler yoktur
yakınlarında, yalnızsındır. Birileri
konuşur, birileri güler, birileri bağırır,
sen karşılık ver(e)mezsin. Loş, gri-
mavi koridorlarda dolandıkça gerçeğin
nerede başlayıp, nerede bittiğini
karıştırırsın. Kuytuda kalan küçük uyarı
levhasını okumak için ihtiyacın olan şey
küçük bir umut ışığıdır:
“Kapı açık, arkanı dön ve çık!”
*Elif Şafak, Siyah Süt
Yükseklik, böcek, karanlık, kedi, köpek, iğne, örümcek, kapalı yerde kalmak...
Korkunun bahaneleridir bunlar. Kimisine garip gelen, kiminin de haklı bulacağı
daha onlarcası da bulunabilir. Tamam, her şeyden korkulur da, insanın kendinden
korkmasıdır belki de en korkunç olanı... Bu nasıl mı olur?
İkinoktaüstüsteaçparantez
deli kızın defteri