123
şehir parkının pek benzeri
olmasa da, “bu park beni
kesmedi” diyenlere önerim
parkın kuzeydoğu ucundan
bir geçitle bağlandığı, İsar
Nehri’nin kıyısındaki bir diğer
devasa şehir parkı olan
Englischer Garten yani İngiliz
Bahçesi. Devasa diyorum
çünkü öyle gerçekten. Buna
bahçe ya da park demek ne
kadar doğru bilemedim. New
York’taki Central Park ya da
Londra’daki Hyde Park’ın bile
yanına yaklaşamadığı, Münih
tarihi bölgesinin neredeyse
üç katı büyüklüğünde, içinde
bir göl bulunan, 370 hektarlık
düzenli bir orman demek
daha doğru. Münihlilerin,
gezmek, koşmak, hayvan
gezdirmek, güneşlenmek,
bisiklete binmek, surf yapmak
ve bira içmek amaçlı geldikleri,
yabancıların kaybolmasının çok
kolay olduğu İngiliz Bahçesi
sizi bekliyor. Evet az evvelki
cümlenin içinde “surf yapmak”
eylemi geçiyor. Parkın içinden
geçen akarsu kollarının birinin
yapay olarak dalgalandırılması
ile hayat bulan Münih
çılgınlığı. Eisbach sörfçüleri
yaz, kış, gece, gündüz
demeden burada sörf yapan
takdir edilesi cool çocuklar.
English Garden, 1789-1790
yılında yapılmış, ismini de
İngiltere’deki bu döneme denk
gelen “manzaralı bahçecilik”
modasından almış. İçerde
boş yere İngiliz çayı aramayın.
Ama Japon Çayevi, Yunan
Tapınağı ve bir de Çin Kulesi
(Chinesischer Turm) mevcut.
Çin Kulesi’nin etrafındaki açık
alanda, ahşap banklarda bira
içilen, 7000 kişilik büyük bir
birergarten bulunuyor. Kulede
ise, yine Bavyera kıyafetleri
ile müzisyenler müzik yapıyor.
Her şey self servis. Yemek ve
bira satışı yapan yerler çeşitli.
Patates kızartması, sosis,
domuz budu ve tütsülenmiş
ringa balığı satan standlar
var. Biralar da çeşitli boy
bardaklarda, sarı (pilsener),
koyu sarı (weisser-buğday
birası) ve kahverengi (daha
sert ve daha alkollü olanlar)
renklerde. Bu sakin ve neşeli
of the leading museum cities of
Europe, right? The city has many
rich museums that you cannot
get enough of even if you spend
a day in each one, but you should
at least spare a few hours to the
leading ones. To do this, our first
target is the metro and Konigplatz
station. Here, you will understand
that you are at a location with
an important museum because
magnificent statues that will make
even significant archeological
museums jealous will greet you
here. The Glyphothek with an
ancient Greek style association
located right at the exit is the
museum built to display the
Greek and Roman statues owned
by the Bavarian King Ludwig the
1st. If you take the Obelisk, that
is the ancient Egyptian obelisk,
across the street to your right
and keep on walking you will find
the Pinakothek museum group
across the technical university
which is our main target. We
now know that Alte means old
and Neue means new. The
Pinakotheks have been named
according to the periods of the
artworks displayed in them and
there is a modern one as well.
It would be a wise decision to
purchase a combined ticket with
the Museum Brandhorst which
is another important museum
located at the corner. A small
tip: the fee for visiting all the four
museums is 12 euro but this price
falls down to only 1 euro each
on Sundays. Alte Pinakhotek is
closed on Mondays and it is a
very flamboyant museum where
works of art from the 13th century
to the 18th century are on display.
The works of “old” masters
Leonardo da Vinci to Dürer,
Rubens to Brueghel and Cranach
are on display here. Neue
Pinakhotek is also home to artists
from the 19th century in addition
to impressionist artists such as
Van Gogh, Monet, Manet as well
as German masters like Max
Liebermann, Adolph Menzel and
many others. You do not need a
deep intellectual knowledge to
admire the art on display at the
museum and to allow them to
touch your soul. The youngest of
these has been made 200 years
ago and the vivacious scenes
depicted in these paintings that
are livelier than even pictures
taken by the best cameras
make one respect the skills and
imagination of mankind once
again. There are also graphic,
design and architecture sections
at the Pinakothek der Moderne
in addition to the masters of
