65
Bugünlerde en hareketli
zamanlarını yaşayan Uludağ’ı
kaplayan bembeyaz karlara inat
çıtır çıtır yanan bir ateş düşünün.
Sevdiklerinizle birlikte etrafına
oturmuşsunuz, bir yandan
çayınızı, kahvenizi ya da sıcak
çikolatanızı yudumluyor, diğer
yandan gittikçe koyulaşan,
saatleri unutturan bir sohbete
dahil oluyorsunuz. Belki de
kalabalıktan sıyrılıp biraz
dinlenmeyi, örneğin bir dağ
evinde kendinizle baş başa
kalmayı tercih ettiniz. Belki
Uludağ’a çıktınız belki de şehir
içinde bir köşeye kaçtınız.
Varlığı ateşin icadına dayanan,
bir ihtiyaçtan doğup zaman
içinde bir yaşam tarzına
dönüşerek günümüze ulaşan
şöminelerden birinin başındaki
yerinizi alın ve yaşadığınız o
sıcacık anların keyfini çıkarın.
Şömineden taşıp ruhunuza
ulaşan alevlerin karşısında
sıcacık hayallere dalın. Ta ki
karlar eriyene, güneş yeniden
yüzünü gösterene kadar da
yanından ayrılmayın. Kurulun
koltuğunuza ve bırakın şairlere,
yazarlara, ressamlara ilham
veren o ateşin sıcaklığı sizi de
sarıp sarmalasın. Kadehinize
dolan ateş resimleri bırakın sizi
mutlu etsin.
Dilimize Fransızcadan gelip
yerleşmiş şömine kelimesi.
Tarihi ise çok eskilere, ilk
çağlardaki insanların ısınmak
ya da yemek pişirmek için
kullandıkları ateşin icadına
dayanıyor. Önceleri içinde
ateş yakılan bir bölmeye sahip
olmasından başka bir özelliği
yokken, modern dünyanın
etkisiyle git gide daha estetik
bir hal aldı. Isınma ve yemek
pişirme işlevlerine dekoratif
işlevler kattı. Evleri, ofisleri
“zengin gösterme”, bulunduğu
mekana şıklık katma gibi
görevler üstlendi. 17. yüzyılda
İngiltere Kralı 2. Charles’in
yeğeni olan Prens Ruppert,
şöminelerin bugünkü hallerine
kavuşmasında büyük bir pay
sahibiydi. Çünkü hava akımı
ve bugünkü baca sistemini
geliştirmiş ve bir anlamda
şöminede devrim yaratmıştı.
Şömineler bir yandan ısınma
ve yemek pişirme ihtiyaçlarına
hizmet ediyor diğer yandan
romantizmin vazgeçilmez bir
parçası olmaya başlıyorlardı.
Hem etrafında ısınılan hem
de karşısına geçip saatlerce
izlenebilen bir keyif haline
gelmişti. İnsanların, televizyonun
renkli dünyasıyla henüz
tanışmadıkları yıllarda izlenecek
en güzel şey şömine ateşiydi
çünkü. En sıcak, en samimi
zamanlar, en romantik anlar
şömine başında yaşanırdı.
Kış akşamlarında aile üyeleri
şömine başında toplanırdı.
Çocuklar uyumadan önce
masallarını bu ateşin başında
dinler; yetişkinler çaylarını,
kahvelerini alıp geç saatlere
kadar sohbet ederlerdi. Kediler,
köpekler de şömine başında
kıvrılır, sıcak ve huzurlu bir
uykuya dalarlardı.
Modern zamanlarla birlikte
“süs şömineleri” var olmaya
başladı. 50’li yıllarda başlayan
bu dönem, şöminelerin asıl
işlevlerinin hatırlandığı ve
dekoratif duruşlarıyla birlikte
ısıtma görevlerini de yeniden
üstlendikleri 80’li yıllara kadar
devam etti. İlk zamanlarında
yalnızca çok büyük salonlara
sahip evlerde bulunması
mümkün olan şömineler, gelişen
teknolojinin nimetlerinden
faydalanıp her yere girebilir
hale geldiler. Bugün televizyon
kanallarını bile süsleyen
şömineler eski ve yeni tip
şömineler olarak iki türe sahip.
Eski tip şömineler davlumbaz
kısmı kapatılarak, bacaya
boruyla bağlanmadan monte
ediliyor. İç yanma haznesi ve
ateş tuğlası bulunuyor. Yeni tip
şömineler ise paslanmaz çelik
borularla bacaya bağlanıyor
ve davlumbaz bölümlerinde
ısı odası yer alıyor. Yeni tip
şömineler hem daha tasarruflu
Imagine a fire, smoldering just
to spite the white snow covering
Uludağ nowadays. You have your
beloved around, sipping your
tea, coffee or hot chocolate, and
getting into a chat that makes
you forget about time. Maybe
you wanted to retire from crowds
for some rest; you just preferred
to be alone in a chalet. Maybe
you climbed Uludağ or receded
to a lonely place within the city.
Sit before a fireplace, which
dates back to invention of fire
and became a life style in the
course of time; and enjoy these
warm moments. Daydream in
face of the flames overflowing
into your soul. Do not leave your
place until the snow melts and
sun reappears. Get into your
armchair and let the warmth of
fire, which inspires poets, authors
and artists, to wrap you up. Let
images of fire in your glass make
you happy.
The word ‘şömine’ (fireplace) is
derived from French cheminée.
The structure dates back to
ancient times, to the control
of fire by humans for heating
or cooking. In the beginning,
it merely had a section to light
a fire; nevertheless, fireplace
gradually became a more
aesthetic structure in the modern
world. In addition to heating and
cooking functions, it became
a decorative element. It began
to “enrich” houses and offices,
adding style to the spaces. In
17th century, Prince Ruppert,
the nephew of Charles II of
England, was greatly influential
in transforming fireplaces to what
they look like now. He developed
airflow and the present chimney
system, bringing along a kind of
revolution for fireplace. On the
one hand, the fireplaces helped
heating and cooking; on the
other, they began to become