92
evrensel sanat
20. YÜZYIL sanatına derin izler
bırakırken, bunun için çok emek verdi
Gauguin... Sefaleti de tattı, hayata
karşı çaresizliği de. Ama onu hayata
bağlayan tek şey serüveniydi. Keşfettiği
yaşamda, tüm tespitleri birer tablo
oluverdi. Resmetti ve unutulmaz bir iz
bıraktı. Tarzı o güne kadar denenmemiş
bir kimliğe büründü. İzlenimciliğin
ötesinde bir noktaya ulaştı. Tarih
onu post-empresyonist akımın
öncülerinden, sentetizmin kurucusu
Fransız ressam olarak tanıdı.
Hayatının büyük bir bölümünü ülkesi
Fransa'dan uzakta farklı kültürlerin
içerisinde geçirdi. Bu kültürlerin
içerisinde yaşadıkları ve buralarda
karşılaştığı primitif sanatı Avrupa'ya
taşıyarak 20 yüzyıl sanatına yepyeni
bir yön verdi. Gauguin sarı ve
kahverenginin kırmızı ile ahengini,
kültürel dokularla birleştirdi.
Eserlerindeki teknik çok kişinin gözlerini
kamaştırdı.
Paul Gauguin, kökeni İspanya
ve Peru'ya dayanan bir ailenin
oğluydu. Dünya için de zor olarak
tanımlanabilecek bir dönemde 7
Haziran 1848'de Paris'te doğdu. Babası
Clovis Gauguin bir muhabir, annesi
Aline Maria Chazal ise döneminin ünlü
yazarlarından, sosyalist feminizmin
kurucularından yaşamını kadınların
ve işçilerin haklarını kazanmasına
adamış Flora Tristan'ın kızıydı.
Fransa'da Napoleon'un önderliğindeki
darbe patlak verdiğinde ailesi 1851
yılında Peru'ya taşınmak üzere yola
çıktı. Ancak babası Clovis Gauguin'in
yolculuk esnasında zamansız ölümü
hesapta yoktu. Peru'nun başkenti
Lima'ya sığındılar.
Daha küçük yaşlarda başladığı
bu seyahatlar hayatına yön verdi
Gauguin’in… 1855 yılında annesiyle
birlikte tekrar Fransa'ya döndü.
Orleans’ta okula başladı. Hayatı
boyunca sürdüreceği seyahat tutkusu
kendini ilk bu yıllarda gösterdi. Daha
on altı yaşındayken gizlice bir şilebe
bindi ve deniz kuvvetlerine katılarak
6 yılını uzak denizlerde geçirdi. 1871
yılında tekrar karaya ayak basıp
evine döndüğünde annesinin ölmüş
olduğunu öğrendi. Bu olay ona düzenli
bir hayata ihtiyacı olduğunu hissettirdi.
Böylece borsacı oldu. Hemen ardından
Danimarka asıllı Mette Gad adında
birisiyle evlendi. Düzenli yaşamda
kendisini bulmaya çalışırken tam beş
tane çocukları oldu. Ama Gauguin’in
aradığı bu değildi. Parisli izlenimci
ressamların resimlerini alıp satıyor,
Paris'in bohem hayatını daha yeni
tanımaya başlıyordu.
En sonunda ne için yaşaması
gerektiğini, hayatındaki en büyük
keşif ile buldu. Resme olan ilgisini
keşfetti. Resme ilgi duyuyordu ama
yoğun iş ve aile hayatından ancak
hafta sonları resim yapacak zaman
bulabiliyordu. Daha çok doğa resimleri
ve çocuk portreleri yapıyordu. Gauguin
bir resmini 1976 yılında düzenlenen
'Salon' sergisine gönderdi. Eseri
oldukça beğeni toplayan Gauguin,
aynı yıl izlenimci grubun başını çeken
Pissarro ile tanıştı. En nihayetinde
1883 yılında önemli bir karar vererek 35
Biraz renk, biraz kültür
Yaşamını bir seyahat olarak yaşadı. Zamana bıraktığı ama zamanın
ötesinde bulduğu üslubu ile farklı akımları, kültürleri ve yolculukları
seçti ve keşfetti Gauguin… Küçüklüğünde bir serüven olarak
başlayan yaşamı aynı şekilde süregeldi. En sonunda keşfetmeye
devam ederken, ülkesinden uzak bir yerde hayatla vedalaştı.
Paul
Gauguin