94
Tanrının sırtını döndüğü varsayılan
bir ülkede, tanrıya koşulsuz şartsız
inanlarla, bütün emelleri şehvet dolu
bir gecenin sonunda kadife tenlerle
tütsülenmiş ruhlarını kızgın çöl
kumlarına zerre zerre sermek ve öylece
tembel tembel akşamı etmek olan
allahsızların birlikte yaşadığı bir yerde,
o verimsiz topraklardan beklenmedik
bir görkemle bulutlara doğru yükselen
abidelerin gölgesi altında, çoğumuzun
hayal etmeyi bile beceremeyeceği bir
hikayenin gizemli insanları… Onlar
bu kısacık, küçücük, pamuk kadar
hafif ama en büyük taştan daha ağır
kitabın kahramanları. Ne Azima’nın
yerinde olmak isterdik ne İdris’in ne
Fatima’nın ne Bilal’in ne Kirkor’un ne
Hektor’un. Görmek istemeyeceğimiz,
görsek bir türlü sindiremeyeceğimiz,
bildikten sonra hiç bilmemiş olmak için
içimizi dışımıza çıkaracak bir tiksintiyle
kusarak ölmek isteyeceğimiz türden
şeyler yaşanırken etrafta, hiç orada
olmak istemeyeceğimiz bir yer orası.
“……Ve ağustosun o gecesi böyle
başladı. O ağustosa gelince… Çizgisel
zaman olarak, o ağustosun bu gecesi
şu an için hayli eskilerde, farkındasınız.
Oysa, olanlar bu akşam da olabilir ya
da gelecek hafta bir akşam. Çünkü
hikayemiz tamamlanmış zamanları
anlatmıyor. Çizgisel zamandan özgür,
sürüp giden süresizlikteyiz artık.
Coğrafyaya gelince, yani zamanın
aktığı mekanlara, şu an güneyde bir
yerdeyiz…….”.
Kitabı okurken, Beyrut’taki yalnız
gecelerin kabusunda yaşlı fahişe
Saida’nın küçük Cennet’e söylediği
ninniyi duyacak, evrenin Çin
mitosundaki gibi yarısı yer yarısı gök
ikiye bölünmüş bir yumurta olduğu bir
zamana şahitlik edecek, dünyalarını
anlayamaz olduklarında kendilerini de
tanımakta zorlanan insanların yaşadığı
hiçliğe katlanamayıp, bu hikayedeki
yerden çok uzaktaki koltuğunda boş
gözlerle duvarların ötesine dalıp
gideceksin. Bunu okuruna her kitabında
yapan Engin Geçtan’ın, bu alçak
gönüllü ve huzurlu adamın, Hayat diye
bir kitap yazıp hayatı başka türlü bir
hale sokan bu sakin adamın nasıl olur
da bu huzursuz bedenlerin hayatlarını
böyle sarsıcı bir dille yazabildiğine ve
her satırında seni efsunlayabildiğine
şaşıp kalacaksın.
Seni senle yüzleştirebilen kaç kişi
oldu hayatında? Önem verdiğin
‘şeyleri’, o ‘şey’ler arasında kurduğu
kitabi
Emine Civanoğlu
Bir günlük yerim kaldı ister misin?
Yaşamı düşlerinde sürdürmeyi seçmiş, dik başlı eski zaman bakiresi; dünyaya kaydını bir türlü
yaptıramamanın tragedyasını komik bir imgeye dönüştürerek yadsımaya çalışan hüzünlü palyaço;
yaşamla buluşmasına bitişe birkaç kala yetişen geçmişi karışık yalnız kadın; doğmak için ölen
yaşayamamış yazar eskisi… Bu dördüne hikaye boyunca eşlik eden ölüm meleği, şeytan, ölümsüz
büyücü ve birkaç kişi daha.