104
itibaren müzikle iç içe olan
ve kendi deyimiyle müzikle
büyüyen Buika, yaşadığı yerde
tek “siyah” çocuk olmanın
zorluğuna rağmen en sıkıntılı
günlerini müziğe sıkı sıkı
sarılarak atlattı. 80’li yıllarda
Whitney Houston, Michael
Jackson gibi sanatçıların
tarzlarını örnek alıyor, saçlarını
bile onlardan esinlenerek
şekillendiriyordu. Ailesinin bir
parçası olan müzikle, şarkı
söyleyerek; gitar, piyano ve
çello çalarak büyüyen Buika
ilk kez, teyzesinin kendi artık
yaşlandığı için yerine onun
geçmesini önermesiyle bir
blues barda sahne almaya
başladı. Aile içinde söyledikleri
çingene şarkıları dışında
repertuarı pek de geniş
olmayan Buika, sahnede
doğaçlama olarak İngilizce
şarkılar üretiyor, barın konsepti
dışına çıkıp işini kaybetmemek
için bu şarkıları blues gibi
söylüyordu. Dinlediği her
tür müzik, karşılaştığı her
tür kültürle yıllarca müziğini
besledi.
Buika, keşfedilene kadar para
kazanabilmek için Las Vegas’ta
uzun süre Tina Turner taklidi
yaparak sahne aldı. Madrid’te
birçok müzik grubuyla çalışan
Buika, Londra’da drama
dersleri aldığı dönemde gittiği
Pat Manthey konserinde Javier
Lemon ile tanıştı ve profesyonel
müzik kariyerine adım atmış
oldu. 2005 yılında “Buika”
isimli ilk albümü yayınlandı. Bu
albümden itibaren, müziğin
evrenselliğinin yaşayan en
“mucize” sesli kanıtı olarak
kabul edildi. Flamenko, latin,
caz, soul müzik türlerini kendi
tarzıyla harmanlayarak yaptığı
şarkılar büyük ilgi gördü
ve albümleri satış rekorları
kırdı. Onu dinlemek, onunla
ağlamak, şarkılarını anlamak
için onunla aynı dili bilmek
gerekmediği gibi; herkesin
ondan duyduğu sözleri,
şarkılarını dinlerken hissettikleri
duygulara göre kendi dillerine
çevirebiliyor olması Buika’yı
farklı kılan özelliklerinden
sadece biri. “Acı verdiği
kadar yaratıcılığı da besler”
dediği yalnızlıktan ilhamını
alıp yazdığı şarkılar, aslında
olmadığına inandığı aşk acısını
da anlatıyor, aşkın insanın aşık
olduğu kişiyi gözünde büyütüp
hissettirdiklerini bir ömür boyu
kendi içinde yaşayabileceğini
de.
İlk albümünden bir yıl sonra
çıkardığı “Mi nina Lola” isimli
ikinci albümü, İspanyol Müzik
Ödülleri kapsamında “En
İyi Prodüksiyon” ve “En İyi
İspanyolca Albüm” dallarında
ödüller aldı. Almanya’da da
Müzik Eleştirmenleri Ödülü’ne
de layık görülen Buika artık
tam anlamıyla keşfedilmiş ve
sesi, müziği, kendi tarzıyla
birlikte tüm dünya tarafından
kabul edilmişti. “Nina de
Fuego” (Ateşin Kızı) adıyla
çıkan ve iki dalda Grammy
ödüllerine aday olan Buika,
ödül gecesinde çıplak sesiyle
okuduğu “Volver” şarkısı ile
hafızalarda derin bir iz bıraktı.
Montreux Caz Festivali’ne de
katılan Buika ayrıca Arjantin,
Helsinki, Oslo ve Zürih’te
konserler verdi. Amerika’dan
Meksika’ya ve Roma’ya kadar
dünyanın her yerinde, her
geçen gün artan bir ilgi ve
sevgiyle karşılanıyor. Fado
müziğin Portekizli kraliçesi
Mariza’nın “Terra” albümü için
“Pequeñas Verdades” adlı
şarkıda onunla düet yapan
Buika, Mírame adlı şarkıda
Elefteria Arvanitakis’i yalnız
bırakmadı. Nelly Furtado’nun
son albümü “Mi Plan”da ise
Furtado’ya, kadınların gücü
için yazılmış bir ilahi olan
“Fuerte” adlı şarkıda eşlik
etti. Buika’nın üçüncü albümü
ise tamamen kendi yazdığı
şarkılardan oluşuyordu. 2009
yılında çıkan “El Ultimo Trago”
albümünde, Meksikalı efsane
şarkıcı Chavela Vargas’a
armağan ettiği şarkıları söyledi.
Chavela Vargas şarkılarını
with music, which was a part of
her family, by singing, playing the
guitar, piano and cello, started
going up the stage in a blues
bar, because her aunt was old
and wanted Buika to take her
place. While her repertoire did
not extend beyond the gypsy
songs sung in her family, Buika
improvised English songs on
stage, and sang these songs
with blues tunes to keep her job.
Every genre she listened, every
culture she met noursihed her
music.
Buika took up stage as a Tina
Turner impersonator in Las Vegas
to earn money until she was
discovered. She worked with
various groups in Madrid, and
she met Javier Lemon in a Pat
Manthey concert while she was
taking drama classes in London,
and started her professional
music career. In 2005, her first
album “Buika” was released. As
of this album, she was accepted
as the living “miraculous” voice
of music’s universality. The songs
she made by mixing flamenco,
Latin, jazz, soul genres garnered
a lot of interest, and her albums
broke sales records. As you don’t
have to know the same language
to listen to her, cry with her, to
understand her songs; the fact
that everyone can translate the
emotions they feel to their own
language, depending on their
armoni
harmony