111
yanındaki arkadaşlarına
“Benim ondan bir çocuğum
olacak” dediği Meksika’nın
Michelangelo’su olarak anılan
ünlü ressam Diego Rivera ile
tanışmak için kolladığı fırsatı
da bu dönemde yakaladı.
Hiçbir zaman çocuğu olmadı
ama dünyadaki en büyük
aşkı, diğer yarısı olduğuna
inandığı, hakkında günlüğüne
“Başlangıç Diego, Yapıcı
Diego, Çocuğum Diego,
Ressam Diego, Babam Diego,
Sevgilim Diego, Kocam Diego,
Dostum Diego, Anam Diego,
Ben diego, Evren Diego”
yazdığı Diego Rivera ile 1929
yılında evlendi. Çirkinliğini
büyük bir asaletle taşıdığı
konusunda tüm kadınların
hemfikir olduğu Diego ile
ailesinin karşı çıkmasına
rağmen yaptığı bu evlilik,
Frida’ya hayatının hem en
güzel hem de en acı günlerini
yaşattı. Frida’yla birbirlerini
aldattıkları bir ilişkileri vardı.
Kocasının onu aldattığı kadınlar
arasında kendi kız kardeşi
bile olan Frida ve Diego bir
kez boşanmış olmalarına
rağmen, tutkulu aşkları onları
yeniden bir araya getirdi.
“Güzel” tanımına uygun bir
kadın değildi Frida. Bu konuda
hiçbir zaman da iddialı olmadı
ama her zaman ilgi çekmeyi
başardı. Olağanüstü olarak
tanımlanan eserleri dışında
hiç almadığı, şekli kırlangıça
benzetilen kaşları, giyimi,
duruşu, tavırları ile insanları
kendine hayran bırakıyordu.
Adını kısa süre içinde tüm
dünyaya duyurmuştu. Acılarıyla
beslediği üstün yeteneği,
Diego başta gelmek üzere
birçok ünlü ressam tarafından
kabul edilmişti.
“Rüyaları asla
resmetmedim.
Canlandırdıklarım benim
gerçeklerimdi.”
Ona yapılan “sürrealist
ressam” yakıştırmaları ona
göre bir suçlamaydı. Çünkü
o rüyaları değil, yalnızca
kendinin ve dünyanın
tüm gerçeklerini renklerle
anlatıyordu. Ünlü ressam
Pablo Picasso’nun, eserlerinin
büyük kısmı otoportre olan
Frida için “Hiçbirimiz onun
çizdiği gibi insan yüzü
çizemeyiz” dediği söylenir.
“Çerçeve” isimli otoportresi
Louvre Müzesi’nde sergilenen
Frida’nın, temeline gerçeklik
tohumları ektiği eserlerinin
her biri göründüğünden çok
daha derin anlamlara sahipti.
Resim yapmaya başladığı
andan itibaren “gündüzlerimin
ve gecelerimin celladı” olarak
adlandırdığı aynasından
yansıyan her görüntüyü
resmetti. Çoğunluklu olarak
kendi portresini yapıyor
olmasını da, en iyi tanıdığı
insanın kendi olmasına ve
yalnızlığına bağlıyordu. Anne
olamayışının verdiği acıyı ve
bu duyguyu hafifletmek için
beslediği evcil hayvanlarını,
köklerine olan bağlılığını,
ülkesinin toplumsal
gerçeklerine duyarlılığını, asi ve
devrimci ruhunu, feministliğini,
aşklarını, acılarını, tutkularını...
Kısacası Frida’yı Frida yapan
her özelliği tablolarına taşıdı.
Doktorların yataktan kesinlikle
çıkmaması gerektiğini
söylemeleri üzerine, kendi
kişisel sergisine yatağıyla
birlikte gidebilecek kadar
“özel” bir kadındı Frida Kahlo.
Kendi yaşamında verdiği
“hayatta ve ayakta” kalma
mücadelesini, ülkesinin
özgürlüğü ile harmanlamış; her
yönüyle kültürel ve sanatsal
bir “ikon” olmayı başarmış,
sınırların ötesindeki ressam.
Her dönemin, her kadının,
her kültürün simgesi; insanın
istediği takdirde yaşamak
için her zaman bir sebep
bulabileceğinin en renkli
kanıtı. Günümüze kadar
gelen ve geleceğe uzanan
izlerinin peşindeki birçok
ünlü isim arasında, evinde
ona ait yaklaşık 50 tabloyu
bulundurduğu söylenen
hayranı Madonna, hakkında
for whom she said to her friends
at the Prep School “One day I
will have a child with this man”.
She never had children but she
married Diego Rivera in 1929,
referring to him in her journals
as “Diego the beginning, Diego
the constructer, my child Diego,
painter Diego, my father Diego,
my lover Diego, my husband
Diego, my best friend Diego,
my mother Diego, myself Diego,
universe Diego.” This marriage
she commenced despite the
disapproval of her parents to
Diego, who as all women agree,
carries his ugliness with grace,
gave Frida the best and the
worst years of her life. They
had a relationship where they
constantly cheated on each
other. Among the women he
cheated her with was Frida’s
own sister but though they were
once divorced, the passion of
their love brought them together.
She was never categorized as
a “beautiful” woman. She was
never ambitious about it but she
always drew attention. Aside from
her remarkable artworks, her full
eyebrows that look like swallows,
the way she dressed, her posture
and her attitude made people
admire her. The whole world
heard of her in quite a short
period of time. Her extraordinary
talent fueled by her pain was
accepted by many famous
painters, mainly by Diego.
“I never paint dreams. I
paint my reality.”
Defining her as a “surrealist
painter” was an accusation for
her. For she did not talk about
dreams but her own reality and
the world’s reality through colors.
It is said that Pablo Picasso
commented on Frida, who mainly
drew her self-portraits, as “None
of us can draw a human face
like she does”. Her self-portrait
“The Frame” is exhibited in the
Louvre and her works, planted
with the seed of reality, all have
a deeper meaning than what
meets the eye. Since she started