Dergi Bursa Aralık/Ocak 2013 - page 124

122
Manzara nefis. Aslında kule
de katedralin kendisinden
güzel. Müslümanlar kenti
terk ederken taş taş söküp
götürmek istemiş, ancak III.
Fernando’nun “götürülecek her
taş için bir baş keserim” tehdidi
üzerine La Giralda yerinde
kalmış. Katedralin bitişiğindeki,
yapımı 1599’da tamamlanan
Lonca Evi’nde (Casa Lonja)
günümüzde Batı Hint Adaları
Genel Arşivi yer almakta. Bu
arşiv Yeni Dünya’daki İspanyol
sömürge imparatorluğunun
tarihi ve yönetimiyle ilgili çok
sayıda kitap, plan ve yazma
ile milyonlarca belge içeren
zengin bir koleksiyona sahip.
Katedral, istediği kadar
dünyanın üçüncü büyük
katedrali olsun söylediğim
gibi dünyanın en güzel
katedrallerinden biri değil.
Buna karşılık hemen arkasında
yer alan Magrip döneminden
kalma en güzel yapı olan
Alcázar Sarayı mutlaka
gezilmeli. İç içe geçmiş
avluları, geniş bahçeleri ve
günümüzde halen İspanya
hanedan mensupları
tarafından kullanılan salonları
ile muhteşem. Ama laf
aramızda bir Elhamra değil
(Bkz.Granada). 10. Yüzyıl
başında Endülüs Emevileri’nce
yapımına başlanan kale saray,
sonradan gelen sultan ve
krallarca genişletilmiş ve dev
bir komplekse dönüşmüş. Bu
nedenle o da katedral gibi
hem Magrip üslubunun, hem
de Gotik üslubun özelliklerini
taşıyor. Sarayın girişinde
yazılı Virgilio’nun veciz sözü
ilginç: “Her şeye hazırlıklı ol!”.
Bir zamanlar Alcázar’ın dış
surlarının bir parçası olan,
tuğladan yapılma 10 köşeli
Altın Kule (Torre del Oro) sarayı
çevreleyen surların yıkılması
ve araya şehrin girmesiyle
nehir kıyısında kalmış ve
şehrin bir diğer sembol yapısı
olarak S. Telmo Köprüsü’nün
hemen dibinde ziyaretçilerini
ağırlıyor. Torre del Oro
için katedralin arkasındaki
Constitución Bulvarı’ndan sola
dönüp Guadalquivir Nehri’ne
yönelin. Yolunuzun solunda
kral için yapılıp sonra turizmin
hizmetine sunulan masalsı
güzellikteki Alfonso XIII Oteli’ni
göreceksiniz. Nehir kıyısına
vardığınızda sağa doğru
ilerleyin, limanı koruma amaçlı
yapılmış olan, günümüzde ise
Deniz Müzesi olarak hizmet
veren Altın Kule ve sonrasında
sağınızda boğa güreşleri
yapılan La Real Maestranza de
Caballería de Sevilla yani
şehrin arenası sizi bekliyor.
Arenanın karşısında da
Carmen heykeli. Torre del
Oro’nun kıyısında ise nehir
turlarının başlangıç noktası.
Günü batırmaya yakın bir
saatte olduğumuza göre nehri
altın gerdanlıklar gibi süsleyen
dokuz köprüyü görmenin en
güzel yolu olan nehir turunu
yapmanın zamanı.
Motor turuyla EXPO 92’nin
Sevilla’ya kazandırdığı çağdaş
mimari harikası yapıları,
Eiffel’in Triana Köprüsü’nü,
Santiago Calatrava’nın Alamillo
Köprüsü’nü ve meşhur La
Barqueta Köprüsü’nü de
aradan çıkardığımıza göre
nehrin öte yakasına geçip
eskiden buram buram
flamenko kokan, Çingene
kimliğinin damgasını vurduğu
Triana semtini gezebiliriz.
Irmak boyunca uzanan Betis
Caddesi, kıyıya nazır balık
restoranları ve barlarla dolu.
Restoranlardan en tanınmışı
Rio Grande. Barlardan ise Lo
Nuestro’yu tavsiye listesine
yazabiliriz. Enerjisi olanlar
ve İspanyol yaşam biçimine
adapte olmaya niyetliler için
saat 01.00’de programın
başladığı La Madruga,
Sevillalı gençlerin sabaha
kadar flamenko şarkıları
söyleyip, tutkuyla dans ettikleri
müthiş bir bar. Flamenko
için bir diğer alternatif San
Bartolome Kilisesi yakınındaki
Calle Levies isimli sokakta
today serves as a Sea Museum
along with La Real Maestranza de
Caballería de Seville; the city
arena where bull fights are held
await you. Carmen statue is right
across the arena. Also, the banks
of the Torre del Oro is where the
river tours start from. Since the
day is ending, it is the best time
to hop on a river tour to see the
nine bridges that decorate the
city like golden necklaces.
With a boat tour, you can see the
architectural wonders built for
EXPO 92 in Seville along with the
Triana Bridge of Eiffel, Alamillo
Bridge of Santiago Calatrava
and the famous La Barqueta
Bridge after which you can pass
to the other side of the river to
walk through the neighborhood
of Triana filled with Gypsy
culture. The Betis Street that runs
alongside the river is full of fish
restaurants and bars. The best
known restaurant is Rio Grande.
Among the bars, we can suggest
Lo Nuestro. Those with enough
energy who want to be a part of
the Spanish way of life can go to
La Madruga which is a fabulous
bar. The program starts at 01.00
and people sing flamenco
songs all night while dancing
passionately. Another alternative
for flamenco is “La Carboneria”,
free admission, which you can
find on the street named Calle
Levies near San Bartolome
Church. The price of drinks is
moderate. And flamenco is great.
They start at 23.00. There is short
break at 23.30 and after that they
finish at 24.00. If you are lucky
and you have come to a special
show then hold your breath. A
deep silence will fall with the first
note, those who are moving will
stop and a poignant voice will
start singing “En tus palabras”.
A dark and haggard looking
thin man will be seen wearing
long and tight black pants with
a high waist and a jacket. Next
to him will be young brunette
with colorful, frilled skirts, thick
lips, hair tied up in a pommel.
The woman will be watching the
man. As if observing each move
he makes. Arms slowly lift up as
wings and they will start dancing
with their heels hitting the floor.
That haggard, tiny man will seem
like a giant. Carmen will suddenly
turn into the most beautiful young
women no matter what her age
is. With each heel clap you will
be drawn into the show. You
will admire them as they fall in
love, come together, separate
or maybe die together right in
front of you. You will really believe
that all of this happened in that
particular time frame...
Daily life especially in the
weekends at Seville is very boring
similar to the other Spanish
cities since night life starts late.
Especially in summer time it is
almost impossible to go out with
temperatures well above the
forties. Since it is siesta (noon
nap) time between 14:00 in
the afternoon and 17:00 in the
evening, do not be surprised if
you see that all shops and offices
are closed; except for touristic
places. Even banks work until
14:00. We can say that life in
Seville starts after 17:00. Hence,
tapas tours and fun should
be postponed until late in the
afternoon and see the places
worth visiting during the day time.
After a breakfast with “tostada”,
we should go to the famous
park of the city, Parque de Maria
Luisa and get refreshed. They
have built this vast botanical
park resembling a tropical forest
at the very best spot in the city
as if the gardens of Alcázar are
not enough. And right next to it
indeed. I am not even mentioning
the university building gardens.
This is an abomination. Well,
since we are here we might as
well enjoy a bike or a coach
ride. We should now state that
apart from walking, Seville is
also a paradise for those who
like bicycles. There are bicycle
roads and “use and leave”
rentable bikes all over the city.
The beautiful buildings in the park
and on the Avenida de Palmeras
Boulevard are the pavilions of
the countries which participated
in the 1929 Fair. Today, they
are used as museums, culture
centers or embassies. Another
monument of Seville awaits you
at the eastern tip of the park:
Plaza De España (Spanish
Square) with a magnificent
semi-circle architecture of
two hundred meter diameter.
This masterpiece that was
started to be built in 1914 and
completed in 1928 to be used
as the Spanish Pavillion in the
fair and is one of the structures
that the Spaniards are proud of.
uzaktaki yakın
so far so close
1...,114,115,116,117,118,119,120,121,122,123 125,126,127,128,129,130,131,132
Powered by FlippingBook