94
kavram defteri
Rousseau’ya göre durum farklıdır.
“İnsan özgür doğar, oysa her yerde
zincire vurulmuştur”, diye başlar
Toplum Sözleşmesi adlı eseri. Modern
insan özgür olduğunu sanarak yanılır.
Ona göre, yozlaşmanın ve bencilliğin
psikolojik kaynağı kişinin kendisini
başkalarıyla karşılaştırmasında yatar
ve ilk toplumların oluşumuyla birlikte
görülür. Erken kabileler döneminde
insanlar “en iyi şarkı söyleyen ya
da dans eden; en yakışıklı, en
güçlü” insanlara çok değer verir ve
onların yerinde olmak isterdi. Bu,
gıpta etmenin, utanmanın, kendini
beğenmişliğin ve küçümsemenin
başlangıcı ve masumiyetin sonudur.
Locke masumiyetin sonunun parayla
başladığını düşünür: “İnsan, hem
zevklerini artırıp acılarını azaltmaya
çabalar, hem de akıl sahibi yani
ahlaksal bir varlıktır. Paranın icadından
sonra insan doğasının ahlaksal yanı
zayıflar ve davranışlarını sonsuz arzuları
belirlemeye başlar.” Marx, kapitalizmin
özgürlüğe son noktayı koyduğunu iddia
eder. Ona göre, kapitalizm, görüntüler
dünyasına hapsettiği insanları bazılarını
taklit ederek yaşamaya zorlar. Bu da
özgürlüğü yok eder.
Marx’ın varsayımından yola
çıkarsak seçeneklerimizin olması
özgürlüğümüzün olduğu anlamını
taşımıyor. Bu seçenekler önceden
her ihtimal göz önüne alınarak
tasarlandıysa ve her yolun tek noktaya
çıktığı bir labirentse temelde söz
edilen tek seçenektir. Günümüzde
tektipleştirilen toplumların önüne
konulan seçenekler aslında hep aynı
noktaya götürmektedir. Özgürlük
bir kandırmacadır. “İnsan, doğası
gereği bencildir, sonsuz arzulara
ve güç isteğine sahiptir”, derken
Hobbes, iktidar sahibi kişi ve grupların
diğerlerine tanıdığı özgürlüğün de
görünüşte sonsuz ama içerik olarak
kısıtlayıcı olduğunu düşündürür.
Dünyanın en değerli elmas ve altın
madenlerine sahip Afrika ülkeleri
ekonomik çöküntüye sürüklenirken
halklarının açlık çizgisinde yaşaması
özgürlükler açısından sorgulanması
gereken bir durumdur. Çocukları
açlıktan ölmek üzere olan bir adamın
yeryüzünün başka bir bölgesinde
ömür boyu kazanabileceğinin kat kat
fazlasına satılacak bir parça taşı kendi
ülkesinin topraklarından çıkartması
ironik bir durumdur. Malum markaların
Uzakdoğu’daki fabrikalarında Avrupa
ya da Amerika’da maaşının üç katına
satılacak ayakkabıyı üreten işçinin
çıplak ayakla gezmesi de sistemin
savunucuları açısından cevaplanması
gereken bir durumdur zira sistem
savunucuları bireylerin alım gücünün
artması ve seçeneklerinin çoğalmasını
demokrasi ve özgürlükler açısından
bir zafer olarak sunarlar. Elbette
o ayakkabıların satışa sunulduğu
coğrafyada bir sistem başarısından
söz etmek mümkün olabilir. Sorun,
ayakkabının üretildiği coğrafyada
yaşayanlarla ilgilidir. Sistemdeki temel
çelişki bolluk içinde yaratılan yokluk,
Hepimiz özgürlüğe mahkumuz, der Sartre. Bunun gerekçesini de
her an başka bir seçeneği hayal edebiliyor olmamıza bağlayarak
verdiğimiz kararlardan tümüyle bizim sorumlu olduğumuzu söyler.
Sözün temelinde yatan dayanak, her zaman yeni şeyler deneme
özgürlüğümüzdür.
Özgürlük:
bitişin başlangıcı
Hakan Akdoğan