85
Ateş / Murat Uyurkulak / Har
Fire / Murat Uyurkulak / Har
ulu orta bir yerde evrenin bütün
iyelik eklerine ayar çekerlerken
yanlarında durduğunuzda
bile ne söylediklerini tam
olarak bilmenize imkan yoktur.
Onlar, gönülsüz işten doğmuş
hayırsız evlatlardır. Koca
şehirleri leblebi nohut gibi
yutmaya hazırlanan bir zalimin
kursağına kiraz çekirdeği
itecek kadar gözü kara olsalar
da dizinize yatırıp sessiz
sessiz sırtlarını sıvazlasanız
gözyaşları etinize işleyecek
kadar narin çocuklardır. Yanlışa
denk gelmenin türlü çeşit
teranesini, hayatın en acımasız
kerhanesini, sadece şeytanın
ve cinlerin ve Numunelerin
ve Yamukların ve Onbeşlerin,
Hürlerin, Kumralların ve
Ballıların ve elbette Büyük A’nın
hasbıhal oldukları nice hanesini
onlar bilirler. Onların bir sokak
arkada olduklarını, onların
arkanızdan geldiklerini, onların
cevabı bazen size bizzat
verdiklerini fark edemezsiniz.
Görünmez olduklarından değil,
yakıştırılmaz olduklarından…
“Yağmurun babası kimdi,
biliyordu… Biliyordu buz ve
ateş kimin rahminden çıkardı…
Gün günden solarken benzi o
ışıksız mekanda, kalk ey Büyük
A, diye bağırmak istiyordu,
kalk ve gör kendi davanı,
âlemler zorbalıkla doldu…
Lakin bağırmadı, gözyaşlarıyla
tecil etti isyanını… Asiler,
kendileri gibi karanlık odalarda,
idam fermanını yazmışlardı
adayımızın… Ki onlara harlı
bir lanet vardı, gebe kadınların
karnı yarılacak, bütün şehirleri
ebedi harabelere dönecek,
belleri titreyecek, bakiyeleri
azaplardan azap beğenecekti
ve…” Tefail, çiğnediği kibrit
çöpünü tükürüp bağırdı:
“Edebiyat yapmayın lan,
sadede gelin artık… Anlatın,
nasıl öldünüz?”
Nasıl anlatsınlar! Anlatsalar
da bizi nasıl inandırsınlar!
Kendi anaları babaları bile
diğer evlatlarına kana kana
şıralar içirirken onları çıralarla
yana yana büyümeye mecbur
etmişler. Öbür evlatlarını
pamuklara sararken, ne
verdim de ne bekliyorum
demeden bunların düşlerine
ateş basmışlar. Yanmış yani
bu çocuklar. Bu delikanlılar
yanmış. Hepsinin sabaha
ermiş kor gibi kokması da
bundan. Bu çocuklar yanlışa
denk gelmiş. Ne yapsalar,
neyi kırıp dökseler yeridir
değil elbette ama Murat
Uyurkulak’ın ‘Har’lattığı bu
gerçeği bu çocuklar nasıl
değiştirsinler; doğru onlara hiç
ikramda bulunmamış ki. Şimdi
doğuyla batıyı bu çocuklar
bölüşmeye kalksalar, kimi
yakar diye umursamadan ateşi
onlar atsalar ortaya bu defa,
ellerinden hiç tutmayanları
ellerinin tersiyle düzüyle itip
esirgediklerini zorla almaya
kalksalar hayatın elinden…
Ne yazılıyorsa biz onları
okuyoruz ve hatta inanmak,
inandırmak, öyle olduğuna
kanaat getirmek için de el
birliği ediyoruz. Kıyamet
kopuyor oysa her gün o
çocukların evlerinde, ellerinde.
Biz hep bu dünyanın nasıl
oluştuğuna kafa yoruyoruz
da o çocukların, yanlışa
denk gelenlerin dünyasının
nasıl oluştuğunu hiç merak
etmiyoruz. Har’da anlatmış
işte Murat Uyurkulak. Öyle
bir anlatmış ki hem de… Bizi
kıyametin ortasına doğru bile
isteye yola düşürecek kadar…
“Bu ülke, ki Netamiye derler
adına, ulu bir ejderhanın
mide fesadından doğdu. Biz
oradaydık, gördük her şeyi.
Kıyametin yarım boy küçüğü
bir alamet gündü.”
what they are saying when they
are cursing all the possessive
suffixes in the universe right next
to you. They are those good-
for-nothing children born out
of unwilling relationships. Even
though they are brave enough
to push a cherry stone down the
throat of a bloody minded person
preparing to swallow the whole
city like a nut, they are those
children who are so delicate that
their tears would pierce your
heart if you laid one down on your
knee to pat his back. They are the
ones who know how to mingle
with all kinds of wrongdoing, the
most merciless reputes or parts
of life that only the devil or the
genies as well as the Specimens
and Awry and the Fifteens, the
Free, the Auburns and the Lucky
as well as the Big G know about.
You can never realize that they
are at the street next to this one,
that they are approaching from
behind you and that sometimes
they sometimes give answers
directly to you. Not because they
are invisible, but because they
are not seen to be worthy…
“He knew who the father of Rain
was… He knew the womb from
which ice and fire sprang forth…
As he kept on becoming paler
and paler with each passing day
in that lightless place, he wanted
to shout rise up Big G, rise up
and see for yourself, the universe
is full of tyrannies… But he
didn’t shout, he postponed the
rebellion with tears… The rebels
had signed his death warrant in
rooms as dark as their souls…
There was a fiery curse on them,
the bellies of pregnant women
were going to be split, all the
cities would turn to rubble, their
waists would tremble and they
would choose from among the
curses to befell on them and…”
Tefail spat the match that he was
chewing on and shouted: “Don’t
talk like a book, but get to the
point… Tell us, how did you die?”
How could they! How could they
tell it and make us believe! Even
their own parents have forced
them to grow up next to kindling
woods while they fed their other
children with stum. They have put
out their dreams with fire while
wrapping the other children in
cotton. So these children have
burned. These young people
have burned. This is why they
smell like left over cinder in the
morning. The ages of these
children were wrong. They can
do everything and break anything
but how could these children
change the truth that Murat
Uyurkulak has ‘Kindled’; the Right
has never served them anything.
Now if these children try to split
the east and the west among
themselves, if it is they who throw
fire this time without thinking or
try to push back those who did
not hold their hands and get by
force from life what they were
deprived of…
We read whatever is written
and cooperate to believe, make
believe and decide that it is so.
But it is doomsday every day at
the homes and hands of those
children. We always think hard
on how this world has come into
being but never wonder how the
world of those who have been
wronged has formed. Murat
Uyurkulak has told this in Har.
And in what a way… So much so
that we will want to go off running
towards doomsday…
“A country, known by the name
of Netamiye, came into being
from the indigestion of a mighty
dragon. We were there, we saw
everything. A miracle of a day
half as big as doomsday.”