116
uzaktaki yakın
so far so close
ve genel mimari yapısıyla
biraz da İzmir’i çağrıştıran
bir şehir. Genel olarak
çarpık bir kentleşmeden
bahsedilebilir sanırım. Şehrin
merkez noktasında bir tepede
yükselen Akropolis gittiğiniz
yerlerde size göz kırparak
mihenk taşı görevini üstleniyor.
Zaten şehir turumuz da
Akropolis ve civarında olacak.
Öğlen sıcağında şehir siesta
vaktindeyken kaçıp biraz
dinlenmek için kalacak yer
tercihini merkeze yakın bir
noktadan yana kullanmakta
fayda var. Yaşadıkları derin
ekonomik kriz bu konudaki
tutumu biraz gevşetmiş olsa
da öğlen saatlerinde, ki bu
bazen 15:30’a kadar bile
sürebiliyor, her türlü dükkan,
zaman zaman eczane,
bakkal gibi acil ihtiyaçlarınızı
karşılamak isteyeceğiniz
yerler bile kapalı. Bankalar
da pazartesiden perşembeye
kadar 8’den 14:30’a, cuma
günleri 14:00’e kadar açık.
Atina’da gezilip görülecek
yelerin neredeyse tamamı
yürüme mesafesinde. Bu
yüzden her zaman olduğu
gibi önerim şehri tabanvay
marifetiyle keşfetmek olacak.
Başlangıç için en doğru
nokta ise şehrin ana meydanı
olan Syntagma, nam-ı diğer
Anayasa meydanı. Meydanın
hâkim yapısı Parlamento
Binası. Binanın meydana
bakan ön cephesinde
Meçhul Asker Anıtı yer alıyor.
Buradaki en meşhur etkinlik
de Parlamento’yu koruyan
askerlerin (evzoneler) saat
başlarındaki nöbet değişimi
töreni. Ponponlu ahşap
ayakkabılar ve pileli etekler
askerlerin geleneksel kıyafeti.
Bir söylenceye göre, askerlerin
eteklerindeki 400 adet pile,
ülkenin Osmanlı yönetiminde
geçirdiği 400 yılı sembolize
etmekteymiş. Saat başları
dışındaki büyük nöbet
değişimi ise pazar günleri
10:30 gibi başlıyor. Tören
öncesi askerlerle fotoğraf
çektirmenize izin veriliyor,
sonra askerler küçük bir
gösteri yapıyor. Yarım saat
kadar sonra, cadde trafiğe
kapanıyor, bando eşliğinde
büyük bir asker topluluğu
geliyor ve iki askerin nöbet
değişimi tamamlanıyor.
Eğer pazar günü Atina’da
olacaksanız, bu gösteriyi
kaçırmayın. Parlamento
binasının arkasındaki büyük
şehir parkı ise Ulusal Bahçeler
yani National Gardens.
Yorulduğunuz ve yeşile
hasret kaldığınızda geri
dönüp tadını çıkarmak üzere
parkı arkamızda bırakarak
Akropolis’e doğru yola
koyulabiliriz. Sizi gün ortasında
şehrin en gölgesiz tepesine
çıkarmak niyetinde değilim
elbette. İlk hedefimiz Akropolis
yönündeki Plaka bölgesi.
Daracık, hiç bozulmamış
sokaklar, sağlı sollu hediyelik
eşya satan küçücük dükkanlar,
sardunyalı cumbalı evler,
antikacılar, sıralanmış birçok
taverna ve restoran oldukça
davetkar. İnsanın bir Ege
kasabasında geziyormuş
hissine kapılmasını sağlıyor.
Amaçsızca bir sokaktan
diğerine yürüseniz bile içinize
mutluluk doluyor. Öğle yemeği
için uygun bir yerdeyiz. Tabi
bu akşam yemeği için uygun
olmadığı anlamına gelmiyor.
Rahatlıkla bizimkiyle yakın
akraba sayılabilecek Yunan
mutfağına bir merhaba
denilebilir pekala Plaka’da.
Damak tadınıza uygunsa deniz
mahsulleri, belki musakka,
salata veya mezelerle
kurulmuş sofra günün
kalanına enerji toplamak için
önerim. Hatta musakka en
öncelikli önerim. Beşamel
sos ve patatesle birlikte
fırınlanarak servis edilen ve
lazanya dilimini andıran Yunan
usulü Musakka’yı tatmadan
dönmeyin. Plaka’nın en yoğun
olduğu zaman ise tahmin