100
kitabi
literary
Masumiyet kalp kasının üzerindeki bir dokudur
Innocence is a tissue on the heart’s muscle
Some faraway places that most
of us believe to exist only in
parables or those places that we
would most definitely be in awe
if we were sure they existed have
a weird texture for those who
come later; on the soil, on the
walls of houses, on the rocks and
on trees… The winds of these
places leave traces on people’s
faces much like the traces of
time. The red wind of Haymana
is the reason for the texture on
the rock and soil of these places
to resemble the hard-bitten
experience of a thousand year
old man. What Burhan Sönmez
does in Innocence is more than
telling a tale. Actually Innocence
is not a book; it is part floor table,
part the scent of a sibling, part
the shade of a tree, part tarhana
soup, part the sound of an old
radio, part a child hunter that is
hungry but happy, part a bird’s
wing, part the road to school,
part a slice of bread and part the
soil of the graveyard under which
one’s best friend in childhood
rests. There is a continuous
wind when you are reading the
Innocents, even if you are locked
up in your house; a crimson wind.
“Darkness of night drew one in.
Emir Halit and my fourteen year
old father worked as a shepherd
at nights and went down to the
deepest wells of seventy two
thousand universes. Emir Halit
played the shepherd’s pipe with
eyes closed, whereas my father
laid down on the ground and
gaze at the infinite sky. He would
shift his fingers on the emptiness,
trying to catch falling stars and
each time wished for the same
thing. If one day his wish was
to come true, he was ready to
believe that this was due to the
compassion of the stars. Night
was a loving home for them.
Moonlight dropped down like
clear water in the accompaniment
of Emir Halit’s pipe.”
For instance if we were to meet
someone like Ferman, if he kept
silent, long and deep, if we got
lost in the wind, in the darkness
and in the water much like
adolescents who do not know
how to swim that drown in the
river the minute they enter it and
if there is a sky over our heads
when we come to our senses and
if we then have no idea where
that sky coincides with on the
earth… If something happens to
us such that we have no means
to fit in our houses nor to touch
ourselves. In the Innocents,
you will enter desolate forests,
migrate to Cambridge from
Haymana, walk around in the
graveyard, spend a lot of time
in an antique store and hold on
to your innocence without being
aware of it throughout the book
so that you are not scattered
towards harsh waters from
over the broken bridge of fate.
People pass by us about whom
we now nothing. You will look at
everyone in a different light after
reading the Innocents. You will
understand everyone better.
“Asya sometimes listened to the
clear, crimson wind outside when
talking and hoped that Ferman
will suddenly come one day. She
would stand up as if she heard
a bell chime and start cleaning
the house, laying newly washed
covers on the floor. She told the
Bazı uzak yerlerin, çoğumuzun
varlığını masal zannettiği
yerlerin, görüp de varlığından
emin olsak fena halde
şaşkınlığın dipsizliğine
düşeceğimiz yerlerin, sonradan
gelenlere garip görünen bir
dokusu vardır; toprakta, evlerin
duvarında, kayaların üzerinde,
ağaçların dallarında... Oraların
rüzgarları, zamanın bir insanın
yüzünde bıraktığı gibi izler
bırakır estikçe. Haymana’nın
kırmızı rüzgarı sebep işte
oraların taşına toprağına bin
yaşındaki bir adamın bin yıllık
görmüş geçirmişliğine benzer
bir doku resmeden. Burhan
Sönmez’in Masumlar’da yaptığı
şey, bir hikaye anlatmaktan
daha fazlası. Masumlar bir
kitap değil aslında; biraz yer
sofrası, biraz kardeş kokusu,
biraz ağaç gölgesi, biraz
tarhana çorbası, biraz eski
bir radyo sesi, biraz aç ve
pasaklı ve fakat sevinçli bir
çocuk avcu, biraz kuş kanadı,
biraz okul yolu, biraz biraz
ekmek dilimi, biraz da en iyi
çocukluk arkadaşının altında
yattığı mezarlık toprağıdır. Sen
Masumları okurken, evde en
kapalı yerde dahi olsan hep bir
rüzgar eser; kırmızı bir rüzgar.
“Gece karanlığı, insanı içine
çekerdi. Emir Halit ve on dört
yaşındaki babam geceleri
çobanlık yapar ve yıldızların
kapladığı güney tepelerinde
yetmiş iki bin evrenin derya
kuyusuna inerlerdi. Emir Halit
gözlerini kapatarak kaval çalar,
toprağa uzanan babamsa
sonsuz gökyüzüne dalardı.
Üzerlerinden kırmızı bir rüzgar
usulca geçerdi. Parmaklarını
boşlukta dolandıran babam,
aniden kayan yıldızları
yakalamaya çalışır, her
seferinde aynı dileği tutardı. Bir
gün dileği gerçekleşirse, bunun
yıldızların merhametinden
doğduğuna inanmaya hazırdı.
Şefkatli bir yuvaydı gece onlar
için. Ay ışığı Emir Halit’in kavalı
eşliğinde duru bir su gibi
damlardı.”
Mesela karşımıza Ferman gibi
birisi çıksa, sussa onun gibi
büyük büyük, çok derin sussa,
yüzme bilmeden dereye girip
dakikada boğulan ergenler
gibi onun susunda karanlığa,
suya, rüzgara karışsak,
kendimize geldiğimizde
başımızın üzerinde bir gökyüzü
olsa ve biz bundan sonra
o gökyüzünün yeryüzünde
nereye denk geldiğini asla
bilemesek... Başımıza öyle
bir şey gelse ki biz ondan
sonra evlere sığamasak,
kendimize değemesek.
Masumlar’da ıssız ormanlara
girecek, Haymana’dan kalkıp
Cambridge’e göçecek,
mezarlıkta dolaşacak, bir
antika dükkanında uzun
zamanlar geçirecek, kaderin
kırık köprüsünden zalim sulara
savrulmamak için bu kitap