47
çıkmıştı bir kere. Başladı önüne
koyulanları yemeğe. Ağzına
birkaç lokma attıktan sonra
tıkandı. Devam edemeyeceğini
anlayan adamlar kendilerine
vaat edilen parayı istediler
Nesin’den. Cebinde beş kuruşu
olmayan Nesin tam sopa
yiyecekken aniden uyanıverdi.
Meğer simidini yiyip çayını içtiği
o kahvede uyuyakalmıştı ve bir
anda kendini bu kâbusun içinde
bulmuştu.
Ulu Cami’nin Hafız Aziz’i
Açlık, parasızlık, yalnızlık... Bir
insanın başına gelebilecek
ne kadar olumsuzluk varsa
hepsiyle Bursa’da buluştu
Aziz Nesin. Ama hiçbir zaman
kızmadı, küsmedi Bursa’ya.
Şehrin ne suçu vardı ki
etrafındaki onu anlamayan,
anlamak istemeyen insanların
yanında? Bu zor zamanları
atlatmalı, en azından hayatta
kalacak kadar para kazanmanın
bir yolunu bulmalıydı. Umudu
ve mücadele gücü onu hiçbir
zaman terk etmedi. Bir şeyler
satmayı denedi. Bir gün
battaniyesini bir gün kitaplarını...
Söktürüp sattığı altın kaplama
iki dişi bile onu ancak iki gün
idare edebildi. Ama anladı ki
onun işi kitap yazmaktı, satmak
değil. Satabileceği şeyler de
vardı elbet. Yetenekleri, bilgisi,
emeği... Kapalı Çarşı’daki bir
dükkâna parça başı bir liraya
yağlıboya resimler yaptı, Eski
Türkçe dersleri verdi. Hatta hiç
ummadığı bir anda Ulu Cami’de
Kuran dersi verirken buldu
kendini. Kimliği ortaya çıkana
ve bu yüzden veliler çocuklarını
ona göndermemeye başlayana
dek bir süre böyle sürdürdü
geçimini.
“Kendi kendinin hem
konuğu hem ev sahibisin.
Zamanın varken ağırla
kendini sarılıp öperek.
Biliyorsun nasıl olsa
yakın o gelecek. Kimileri
diyecek. Daha şimdiden
sev kendini sev kendini,
sev! Kimin var ki senin,
seni senden başka
sevecek?”
Acılı ve dertli insanlar için
akşamüstlerinin çok zor
geçtiğini düşünen Aziz Nesin,
acıların çöktüğü akşamüstü
saatlerini Bursa sokaklarında
yaptığı uzun yürüyüşlerle
geçirirdi. Biraz kenti keşfetmek,
biraz da kendini unutmak
için. Bursa’nın kuşbakışı
manzarasını gözler önüne
seren bir kır kahvesi keşfetmişti
Temenyeri’nde. Bu büyüleyici,
insanı bulunduğu andan çok
ötelere götüren mekanda
kendini, yalnızlığını, ailesini
düşünürdü uzun uzun. Uğruna
kuralları çiğnediği, sürgünlük
süresini riske atıp yanına kaçtığı
biricik eşi de terk etmişti onu.
Sürgündü çünkü burada.
Şehirden ayrılması yasaktı ve
sabah akşam gidip imzalaması
gereken bir defter bekliyordu
onu karakolda. Bütün bunlara
rağmen, karısını yalnızca birkaç
saat görmek için İstanbul’a
gitmişti. Gördüğü şey ise en zor
anlarında bile kendinden önce
düşündüğü karısının onu çoktan
terk ettiğiydi. Aziz Nesin artık
tamamen tek başına olduğunu
kabul etmişti. Sürgün günleri
boyunca her gün mektup
yazdığı, İstanbul’daki her şeyini,
ailesini emanet ettiği, çok
güvendiği genç gazeteci Haluk
Yetiş onun en büyük yardımcısı
ve belki de tek gerçek dostuydu.
“İnsan yalnızca
söylediklerinden değil,
sustuklarından da
sorumludur.”
Aziz Nesin; yaşadığı zor
günler, uğradığı haksızlıklar
ve her zaman başına dert
olan satırları bir yana güzel
insanlar ve anılar da biriktirmişti
Bursa’da. Bu kentte ne
yaşadıysa, ne hissettiyse,
ne görüp ne duyduysa
hepsini döktü Bir Sürgünün
Anıları’na. İlk basımının
önsözünde yaşadıklarını kabul
ettiğinden hatta hatırladıkça
gülümsediğinden bahsediyordu.
Ancak aynı kitabın 13
could eat a kilo of cheese pastry,
twenty eggs and a kilo of tahini
in one sitting. Nesin listened to
them talk for a while and then
he jumped in with a claim of his
own. Probably due to the effects
of the hunger he felt, Nesin
said, “I can eat twice as much.
If I cannot do so, I will give you
500 lira and if I actually eat it all
I walk out without asking for any
money”. Soon he felt regretful of
the things he claimed, but he had
said them all. He started eating
whatever they brought. He had
taken just several bites when he
felt full. The men who realized
that he will not be able to go on
eating demanded money from
Nesin. Nesin woke up just as
he was about to get beaten by
the men. He had actually fallen
asleep at the coffeehouse as he
was eating his simit and drinking
his tea thus finding himself in this
nightmare.
Hafız Aziz of the Grand
Mosque
Hunger, poverty, loneliness…
Aziz Nesin faced all kinds of
difficulties that one can face in
Bursa. But he never got angry at
Bursa. How could he blame the
city when he was surrounded
with people who did not want to
understand him? He had to get
over these difficult times and at
least find the means of earning
enough money to survive. His
hope and his power to struggle
never once left him. He tried to
sell stuff. One day a blanket, the
next day his books… Even his
two gold plated teeth that he got
pulled to sell were enough for
only two days. But he realized
that his profession was writing,